Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) örgütünün eylemleri Alman toplumu için 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki en sarsıcı olaylardı. Almanya’ya “sonbahar” yaşatan örgüt üyelerinin; yaşamları, eylemleri birçok romana, tiyatro oyununa ve sinema filmine konu oldu.
Almanya’da kurulan Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF), eylemlerinin sarsıcı ve yıkıcı etkilerinden sonra örgütün etkin olduğu döneme Alman Sonbaharı adı konulmuştu. Kurucusu Andreas Baader ve önemli üyelerinden Ulrike Meinhof’un isimleriyle anılıyorlardı. Önceleri Andreas Baader ve sevgilisi Gudrun Ensslin, küçük soygunlar ve bombalamalar yapıyorlardı. İlerleyen yıllar içinde hem siyaseten hem de eylemsel olarak giderek radikalleşip anti-kapitalist Marksist bir örgüt yapısı oluşturmuşlardı.
Ulrike Meinhof, 1970 yılında RAF hareketine katılıp yasadışı yaşama başladığında kocası ve çocuklarıyla Hamburg’ta bir villada oturuyordu. 15 Haziran 1972’de yakalandı. Tek başına tutulduğu hücresinde 9 Mayıs 1976’da ölü bulundu. Ülke çapında tanınmış bir gazetecinin örgüte yardım etmekle kalmayıp onlarla beraber hareket ederek örgütün beyin takımına dâhil olması, Alman toplumu tarafından hâlâ tam olarak açıklanabilen bir durum değil.
1972 yılında yakalanan Andreas Baader ise, 1977 yılında hücresinde ensesinden vurulmuş olarak bulundu. 1982 yılında yakalanan örgüt üyelerinden Christian Klar ise örgütün son tutuklu üyesi olarak cezaevinden 26 yıl sonra salıverildi. Almanya’da hâlâ yakalanmamış RAF üyeleri olduğu gibi, çözülememiş eylemler de var. Buna karşılık 80’li yıllarla birlikte eylemleri azalarak devam eden örgüt 1998 yılında basın kuruluşlarına gönderdiği bir broşürle kendini fes etmişti. Eylemler yaptığı dönemde yapılan anketlerde örgütün gençler arasındaki sempatisi oldukça fazla idi. Banka soygunları, bombalamalar, uçak kaçırmalar, konsolosluk baskınları gerçekleştirmişler; bu eylemlerde konsolosluk görevlileri, eski Naziler, zengin iş adamları ve polis memurlarının da içinde olduğu otuzdan fazla kişiyi öldürmüşlerdi.
Almanya’nın sanat ortamı için de oldukça besleyici bir yapı oldu RAF Hareketi. Hareketin eylemleri, üyelerinin yaşamları birçok romana, tiyatro oyununa ve sinema filmine konu oldu. Ekim ayı Ulrike Meinhof’un da doğduğu ay. Bu vesileyle Baader-Meinhof filmlerini masaya yatırdık.
Children of the Revolution
İrlandalı sinemacı Shane O’Sullivan tarafından çekilen 2010 yapımı belgeselde; Ulrike Meinhof ve Japon Kızıl Ordu örgütünün üyesi Fusako Shigenobu’un geride bıraktıkları kızlarının yaşamlarına odaklanılmış. Almanya, Japonya ve Filistin’den arşiv görüntülerin yer aldığı belgeselde; annelerinin örgütlü mücadeleyi seçtikten sonra kızlarının zorlu yaşamı merkeze alınarak, annelerini çok da iyi hatırlamayan kızlarının hatıralarıyla bu iki devrimci karakterin kişisel tercihleriyle seçtikleri hayatlarının olumsuz bir resmi çıkarılmış. Orta sınıf kaygıların ötesine geçip bireysel çevrelerinden öte toplumsal bir kesimin mutluluğunu hedefleyen bu iki önder kadının devrimci deneyimleri, geride bıraktıkları çevreleri üzerinden eleştirel bir dille ele alınmış.
Der Baader-Meinhof-Komplex
Bu yapımlardan en çok ses getireni 2008 yılında Almanya’nın Oscar adaylığını alan Almanya’nın yaptığı en pahallı yapım unvanını elinde bulunduran Uli Edel’in yönettiği Der Baader-Meinhof-Komplex. Aynı isimli romandan uyarlanan filmde, örgütün eylemleri gerçekçi çekimlerle verilmiş. İyi bir aksiyon filmi olarak da izlenmeye müsait bir yapım olmuş. Örgütün siyasi tavrı ise geri planda tutulmuş. Bu eylemlerin neden yapıldığı filmde çok belli olmuyor.
Baader
Christopher Roth’un 2002 yılında çektiği Baader filmi ise başka bir RAF filmi. Der Baader-Meinhof-Komplex kadar geniş bütçeli olmayan bu yapımda büyük patlamalar, silahlı çatışmalar göremezsiniz. Heyecanlı, yakışıklı gençler ve güzel kadınlar anarşizmin kıyısında dolaşırlar bu filmde. Biraz şiirsel bir anlatıma sahip yapımda yönetmen son sahnede Baader’in nasıl bir son beklediğini göstermeyip kısmen mutlu bir son yaratmış. Çizdiği karakterlerin olumsuz bireyler gibi görünmemesinden dolayı 11 Eylül döneminin etkisiyle gösterimdeyken çeşitli eleştirilere de maruz kaldığını hatırlatmalıyız.
Starbuck Holger Meins
Starbuck Holger Meins, 2002’de çekilmiş bir belgesel. Bir sinema öğrencisinin 1970’lerin başında örgüte katılıp cezaevinde sürdürdüğü açlık greviyle sonlanan hayatına değinmiş. Holger Meins ilk dönem RAF örgütünün önemli üyelerinden biriydi. Cezaevine girdikten sonra oldukça tartışmalı bir hayatı oldu. 145 gün süren en uzun açlık grevi sonrasında hayatını kaybeden örgüt üyesi için Berlin’de 10 bin kişi yürüdü, cenazesine de 2 bin kişi katıldı. Üniversiteden arkadaşı olan yönetmen Gerd Conradt’ın çektiği belgeselde duygusal bir hava hâkim.
Black Box BRD
2001 yapımı Black Box BRD ise oldukça kapsamlı, derli toplu bir çalışma. Andres Veiel’in yönettiği belgeselde; örgütün eylemleri, üyelerinin hayatları, cezaevi yaşamları, Alman toplumundaki yansımaları ayrı bölümler halinde incelenmiş.
Was Tun, Wenn’s Brennt?
Örgütten etkilenen gençlerin, seksenli yıllarda koydukları bir bombanın on sene sonra patlamasının yarattığı etkiyi anlatan Was Tun, Wenn’s Brennt? ise zaman içinde oluşturdukları statülerini koruma savaşına giren insanların geçmişleriyle nasıl bir hesaplaşma yaşadıkları üzerine kurgulanmış. Was Tun, Wenn’s Brennt? filminin yönetmeni Gregor Schnitzler. 2001yapımı filmde; gençliğin verdiği heyecanla anarşizmin sınırlarını zorlayan insanların biraz büyüyüp hayatın içindeyken geçirdikleri dönüşümler üzerinde durulmuş.
Die İnnere Sicherheit
2000 yapımı Die İnnere Sicherheit’te, ise eski bir RAF üyesi çiftin yıllar sonra deşifre olmalarından sonra yaşadıkları anlatılıyor. Die Innere Sicherheit bir örgüt hikâyesinden ziyade bir yol hikâyesidir aslında. Örgüt ilişkilerini bırakmamış bir çiftin 15 yaşındaki çocuklarıyla beraber yollara düşmelerinin hikâyesidir. Eski bir arabayla ve eskimeyen idealleriyle Avrupa’nın sınırsızlığında dolaşırlar. Çocuklarının ergen sancıları, modern hayat arzularıyla özel koşulları yolculuk boyunca çelişmeyi sürdürür. Çift, çocuklarını bir orta sınıf olarak yetiştirmeye de çalışıyordur. Örgüt üyelerinin yaşamlarına eğilmekle birlikte film hareketten çok duygulara, psikolojiye ağırlık veren bir yapımdır. Önemli aksiyon sahneleri, sahnede gösterilmek yerine olayların etkileri üzerinde durulması filmin farklı yönlerindendir. Otel odalarına hırsız girer ama hırsızları göremeyiz. Sevişmelerinin de sadece seslerini duyarız. Ama sevişmelerinin kızları Jeanne üzerindeki etkilerini görürüz. Filmde önemli olan psikolojilerdir. Televizyon için filmler çeken Christian Petzold’un sinemada gösterilen ilk filmi olan yapım, başarılı bir Alman yönetmeni de müjdeliyordu. Christian Petzold daha sonra politik temalı filmler yapmayı sürdürdü. Son çalışması Barbara filmiyle Doğu Almanya’dan bir insan hikâyesiyle karşımıza çıkmıştı. Berlin Film Festivali’nde Barbara’yla En iyi Yönetmen ve Gümüş Ayı Ödülü’nü kazanmıştı. Doğu Almanya’da insan neler hisseder, bir günü nasıl geçer, neler düşünür, aşkı nasıl yaşar? Barbara bu sorulara cevap ararken oldukça dingin bir tablo sunuyordu. Uzaktan bakan bir kamerayla müdahalesiz bir bakışı vardı. Batının da güllük gülistanlık olduğu izlenimini de yaratmıyordu.
Die Stille Nach dem Schuss
2000’de çekilen başka bir RAF filmi Volker Schlöndorff’un çektiği Die Stille Nach dem Schuss filmiydi. 1979’da çektiği Teneke Trampet‘le En İyi Yabancı Film dalında Oscar alan yönetmen, dönemin en nitelikli filmlerinden birine imza atmıştı. Uzun süre Amerika’da çalıştıktan sonra Avrupa’ya dönüş filmi de sayılan Die Stille Nach dem Schuss‘da; örgütle bağlarını erken dönemde koparıp Doğu Berlin’e yerleşen bir RAF militanının hayatını izleriz. Filmin ilk bölümünde örgütün eylemlerini ve Baader’i görürüz. Ancak filmin ana temasını bu oluşturmuyor. Daha çok Doğu Berlin’e yerleşen Rita’nın hayatı, git-gelleri ve yeni yaşamına tutunma çabası karşımıza çıkar. Bir RAF filmi gibi başlasa da oldukça kişisel bir hayat hikâyesiyle devam ediyor. Demoktarik Almanya’daki insan hikâyelerine odaklanan, oradaki günlük yaşamı yansıtmaya çalışan bir yapımdır. Filmde yıl geçişleri çok sağlıklı değil. Bir anda duvarın yıkıldığı 1990’a geliveriyoruz. Geldikten sonra da eski dosyaların açılıp Batıdaki eylemlerinden sonra Doğuya sığınanların deşifre olmasıyla Rita’nın günlük hayatının alt üst olmasını izleriz.
Stammheim
Stammheim, örgüt üyelerinin yargılandığı, ceza aldıkları ve şaibeli ölümlerinin gerçekleştiği hapishanenin adıdır. Özellikle Andreas Baader ve Ulrike Meinhof’un cezaevinde ölmeleri Alman kamuoyunda ve öteki Batı ülkelerinde önemli tartışmalara neden oldu. Bu durumdan hareketle 1986 yılında Reinhard Hauff, Stammheim isimli bir film yaptı. Film daha çok örgüt üyelerinin yargılanma süreçleri ve cezaevi hayatları üzerinde durmuş. Toplum tarafından çok tartışılan örgüt üyelerinin cezaevi yaşamları ve yargılanmaları filmin temelini oluşturuyor. Örgütün eylemleri ve dışarıdaki hayatları filmde yer almıyor. Tiyatro sahnesini andıran bir mahkeme salonunda geçen yapımda gerçek görüntüler de kullanılmış. Baader yerine sürekli kolundan çekiştirilen bir genç görürüz. 36. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü almasını ise 80’li yılların Alman sinemasının durağan döneminde yapılmış olmasına ve politik cesaretine bağlıyorum.
Die Bleierne Zeit
Kadın filmleriyle tanınan Margarethe von Trotta 1981’de RAF’ın önemli militanlarından Gudrun Ensslin’in hapisteyken ailesi ile ilişkilerine odaklanan Die Bleierne Zeit filmini çekti. Oldukça duygusal bir zeminde devam eden film, Gudrun Ensslin’in politik fikirlerinden ziyade onun geride bıraktıklarıyla kurduğu ilişki ve ailesinin yaşadıkları üzerine odaklanan bir yapımdı. Bir çok festivalde gösterilip çok sayıda ödül alan yapım, politik bedeller ödeyen insanların geride bıraktıklarını resmeden a sayıdaki yapımdan biridir.
Die Dritte Generation
RAF örgütünün lider kadrosu cezaevinde öldükten sonra örgütün eylemlerinden etkilenen genç kuşaklar da örgütün eylem tarzını benimseyip örgütü canlandırdılar. Üç nesil üyesi olan örgütün, ilk nesilden sonraki dönemin üyelerinin günlük yaşamlarına değinen Die Dritte Generation filmi, ünlü Alman yönetmen Rainer Werner Fassbinder tarafından 1979 yılında çekilmişti.
Deutscher Herbst (Alman Sonbaharı)
Deutscher Herbst 1978 yılında dönemin birçok önemli yönetmeninin bir araya gelip çektikleri bir belgesel. Hangi yönetmenin hangi bölümü çektiği özel olarak belirtilmemiş. Genel olarak hükümetin vermeye çalıştığı imajın ötesine geçildiği görülüyor. Yönetmenler medyanın konuya yaklaşımının dışına çıkarak olayların insani etkileri üzerinde durmaya çalışmışlar. Dönemin politik ortamını ve Alman hükümetinin herkese potansiyel anarşist gibi yaklaşmasının eleştirildiği belgeselde 10 yönetmenin varlığı söz konusu.
Bu filmlerin ve belgesellerin dışında RAF örgütü ve Alman toplumuna etkileri üstünde duran Alman televizyonlarında yayımlanmış birçok belgesel olduğu biliniyor. Almanya’nın yetmişli yıllarının en önemli sorunu olan RAF örgütü ile ilgili tartışmalar dönem dönem alevlenen ama hiç sönmeyen bir ateşi andırıyor. Nazi dönemlerinden beri geçmişleriyle hesaplaşmak zorunda kalan Alman toplumu Raf örgütü ile de hesaplaşmayı sürdürüyor.