
Hollywood ve İngiliz sinemasının Soğuk Savaş döneminden kalan en eski hastalıklarından biri Sovyetler Birliği karşıtı filmler yapmaktır. Sürekli düşman algısıyla varlığını devam ettiren Amerikan siyaseti, uzun yıllar Sovyet düşmanlığını pompalayan işleri desteklemişti. Sovyetlerin dünya siyasi atmosferinden silinmesinden sonra bile bu eski düşmanı hedef alan çalışmaları beyaz perdede görmek olağandı. Bu yapımlarda konu çok önemli değildir. Temel yaklaşım, Sovyet vatandaşlarının insanlıklarından çıkmış barbar kimseler oldukları imajının sürekli izleyiciye verilmesini üzerine kuruludur. Bu yapımlarda olumlu özellikleri olan Sovyet bireyleri görmek neredeyse imkânsızdır. Yeni düşman olarak bir süre Çin, İran ve Kuzey Kore ülkelerinin nükleer programları vs. kullanılmaya başlanınca Sovyet karşıtı filmler azalmaya başlamıştı. Yakın zamanda ise bu çalışmalara yeni bir halka eklendi: 44 Child İngiliz romancı Tom Rob Smith’in romanından uyarlanan film İngiltere ve ABD ortak yapımı.
Oldukça ilgi çekici bir konusu olan filmin Stalin döneminde işlenen seri cinayetleri ve bu cinayetlerin devlet mekanizması tarafından üstünün kapatılması sürecini anlatıyor. Bu konu anlatılırken dönemin politik atmosferi de filmin fonu olmaktan ziyade filmin temel dayanağı olacak kadar fazla yer açılmış. Hatta filmdeki cinayetlere başlayana kadar neredeyse filmin yarısı bitiyor ve bu bölümde tek amaç dönemin atmosferini vermek. Yani suikastlar, işkenceler, hırsızlıklar vb.
Filmin ilk amacı Sovyetlerin kahramanlık mitlerini alaşağı etmektir. Önce bilinen kahramanlıklar yıkılmalı sonrada yeni olumsuz imajlar gün yüzüne çıkarılmalıdır.
Bır yetimhanede başlıyor film. Tabı önce bir açıklama belirir önümüzde. Açıklamada Stalin’ın binlerce çocuğu babasız bıraktığından ötürü bu yetimhanelerin var olduğu belirtilir. Dünyanın her yerinde olan yetimhaneler için enteresan bir gerekçedir. Yurtta çocuklar kendilerinden daha küçük bir çocuğun başına toplanmış acımasıca dövüyorlardır. Bu sahnenin filmin bütünüyle uzaktan yakından alakası yoktur. Tek alakası vardır yönetmenin Sovyet imajına hizmet eder. Buralarda kendinden küçüğü ezerler. Eşitlik yoktur imajını vermeye çalışır.
Ana karakterimiz Leo bu baskı dolu yetimhaneden kaçıp Sovyet ordusuyla tanışır. Bir subay olur. Dünya savaşına katılır. Filmdeki savaş sahnelerinde Sovyetlerin faşizmi durdurduğu, dünyanın seyrini değiştirdiği böylesi büyük bir kahramanlığı yönetmenin nasıl yok etmek istediğini görürüz. Yönetmen Sovyetlerin Berlin’e girip kızıl bayrak diktiği büyük simge fotoğrafın uydurma bir hikâyesini yansıtır. Hepsi bezgin, ruhsuz askerlerden oluşan bir topluluktan bir asker yukarı çağrılır. Bayrağı kuleye dikmesi istenecektir. Ancak bir de ne görsünler? Askerin kolu ölen Alman askerlerden çaldığı saatlerle doludur. Kızıl bayrak için başka bir asker seçilir. Bizim yetim subayımızdır kızıl bayrağı Berlin’e diken. Burada yönetmen; “Sovyetlerden kahraman çıkmaz hepsi at hırsızıdır!” ifadesinin görsel bir dille vermeye çalışır. Geçtiğimiz aylarda 70. yılının kutlandığı faşizme karsı Sovyet zaferinin İngiliz ve Amerıkalıların gözündeki tahammülsüzlüğünün bir türlü geçmediğini görüyoruz.
Savaştan sonra yetim subay Leo ve arkadaşlarını bir masanın etrafında eşleri ve sevgilileriyle birlikte görürüz. Leo sevgilisine nasıl âşık olduğunu anlatıyordur. Yönetmen aşkın kendisine bile izin vermez onu bile tesadüfe bağlar. Başkasına ilanı aşk ederken şimdiki sevgilisi çıkmıştır karşısına. Daha acımasız bakış açısını ise sevgililerin sevişme sahnelerinde gösterir yönetmen. Sovyet erkeği kadınla sevişmez adeta tecavüz eder. Ne öpüşmeleri vardır, ne de dokunuşları, sadece sert bir seks sahnesidir ekranda beliren. Bir de memnuniyetsiz kadının bakışları. Yönetmenin Sovyet insanlarının âşık olup sevişmelerine bile tahammülü yoktur! Üstelik filmin ana konusunun bu gelişen olaylarla bağlantısı da yoktur. Bir seri katilin çocukları öldürmeye başlamasıyla gelişen olaylar filmin yarısından sonra başlar. Hele Sovyet bireylerini yerle yeksan edelim de seri katile sıra gelir!
Savaş kahramanı Leo, savaştan sonra devletin suçlu gördüklerini tutuklayan ekibe dâhil olmuştur. Son görevi için önüne koydukları fotoğraf karısına aittir. Bu durumu kabul etmeyen Leo, ceza olarak merkezin dışında bir şehre sürülür. Cinayetler de başlamıştır. Leo’nun gittiği şehirde de cinayetler işleniyordur. Leo bunların arasındaki bağlantılar kurmaya çalışırken, onu sürgün eden arkadaşının karısında gözü olduğunu anlarız. Karısı Leo’yu bırakıp onu sürgün eden subayla olmayı kabul etmeyince tecavüze uğrar. Dedim ya Sovyetler’de insan yoktur. Filme göre bütün kötülüklerin toplamına Sovyetler derler.
Leo ve karısı türlü badireler atlattıktan sonra Leo’nun ekibince nedensizce aileleri öldürülen iki dünya güzeli kızı yılar sonra yetimhanede bulurlar. Upuzun saçları kesilmiş ölmekten beter haldedirler. Yönetmen filmin sonuna gelindiğinde bile hırsını alamamış olacak. Burada da “çocuğu Sovyet yurtlarına emanet edersen bu hale gelirler iste” demek ister.
44 Child Rusya tarafından gerçekleri çarpıttığı iddiasıyla ülkede gösterim izni alamamasıyla tartışma yaratan bir yapım olmuştu. Umarım devletler kendilerine yapılan eleştirileri daha müsamalı olurlar da bu tarz yapımlar da bu sansür mekanizması üzerinden reklam yapma olanağını kaybederler. Zira film yasaklanacak kadar bile ciddiye alınamayacak bir kara propaganda zihniyetiyle çekilmiş.
Sovyetler’de geçen filmlerin şehir dekorları da her dâim gri bir atmosferdedir. Dış çekimlerde kar, yağmur, bir tane uzun geniş cadde, iki tane tarihi bina, her bir yandan dumanlar çıkan pis yerler… Moskova’nı kocaman yeşil parkları, gülümseyen çocukları her Sovyetleri anlatan yurtdışı projesinde izleyici olarak bizden esirgenir. Bu filmde de bu olgu değişmemiş.
Sovyetler dışında çekilip de Sovyetleri anlatan en başarılı film Doktor Jivago’ydu. O da Sovyet yönetimiyle sıkıntıları da olsa o coğrafyanın bir bireyi olan Boris Pasternak’ın romanından uyarlamaydı. Aradan 10 yıllar geçmesine rağmen onun estetik derinliğine ve akıcılığına yaklaşan film henüz yapılmadı. 44 Child de kötü bir anti propaganda filmi olarak benzerleri gibi tarihteki yerini alacağa benziyor.
Sovyet dönemini yaşamış olan Tataristan kökenli Natalia Koyuncu, son belediye başkanı seçimlerinde sosyalist önermeleri olan bir partiden Antalya Belediye Başkan Adayı olmuştu. Memleketin acar gazetecilerinden biri de kendisine: “Siz seçmene sosyalizmi anlatırken ‘İyi bir şey olsaydı Rusya’da yıkılmazdı’ diyeceklerdir. Buna nasıl bir cevabınız olacak?” diye sormuştu. Natalia da: “Komünizm iyi bir şey olmasaydı, bu dünyanın efendileri onu yıkmak ve bir daha iktidara gelmemesi için bu kadar uğraşırlar mıydı” cevabını vermişti. 44 Child de bana bu dünyanın efendilerinin çabalarının ürünü izlenimi verdi.
44 Child
Yönetmen: Daniel Espinosa
Yapım Yılı: 2015
Ülkesi: İngiltere