Beyaz gecelerin soğuk coğrafyası Rusya’da, sinema sanatı ebeveynlerin çocuklarına bıraktıkları geleneksel bir meslek görünümünde. Birçok saygın yönetmenin çocukları aile büyüklerinin yolunda ilerlemeyi seçiyor. Sovyet döneminin ödüllü yönetmenlerinin çocukları yeni dönemde Rus sinemasında üretimlerine devam ediyorlar. German, Bondarçuk, Bodrov, Khrzhanovskiy ve Mikhalkov aileleri sinema sektöründe yer alan ailelerden bazıları.
Sanatçı Bir Aile: Germanlar
1938 doğumlu Aleksey German; yazar, oyun yazarı, senarist ve gazeteci Yuri German’ın oğludur. Sovyetlerin canlı kültür hayatının içinde büyüyen German, sinema ve tiyatro eğitimi aldı. 1960’da Lenfilm’de çalışmaya başladı. Önemli edebiyat ve tiyatro uyarlamaları yapan Grigory Kozintsev’e yardımcı yönetmen oldu.
1967’de ilk filmi olan Sedmoy Sputnik’i (Yedinci Uydu), 1971’de Proverka na Dorogakh (Kahraman Mı, Hain mi?) filmini çekti. Filmde Rus ordusuna esir düşen Lazarev ismindeki bir Alman askerinin Rus ordusunun bir çavuşu olduğuna ve Nazilerin zoruyla düşman saflarında savaşmaya mecbur kaldığına Rus komutanları inandırmaya çalışması anlatılır. 1976’da çektiği Dvadtsat dney bez Voyny’de (Savaşsız Yirmi Gün) Aleksey German, Konstantin Simonov’un Lopatin’in Notları adlı öyküsünü sinemaya uyarladı. 1984’te çektiği Moy drug Ivan Lapshin (Arkadaşım İvan Lapşin) filmi babası Yuri German’ın öykülerinden yapılan bir uyarlamaydı. 1937’de merkezden uzak bir köyde dönemin komün evlerinde 5 kişiyle birlikte yaşayan komiser Lapşin’in yaşadıklarını, evde yaşayan küçük bir çocuğun gözünden anlatan yapım, polisiye özellikler taşıyordu. Uzun yıllar film çekmeyen German, Sovyetlerin çökmesinden sonra 1998’de Stalin döneminin karanlık bir uygulamasını kamerasına yansıttı. Khrustalyov, Mashinu! (Hrustalyov, Arabamı Getir!) isimli filmde Yahudi kökenlilere yönelik devlet baskısının oluştuğu dönemde çalışma kampı olan Gulag’a sürülen, Kızıl Ordu generali ve ünlü bir beyin cerrahı olan Yuri Glinşi’nin öyküsünü sinemaya taşıdı. Dönemin kaotik atmosferini loş ışıklar ve agresif kamera açılarıyla veren yönetmen, iç karartıcı bir tabloyu tüm gerçekliğiyle gözler önüne sermişti. 2013’de bitimini göremediği son filmi Trudno byt Bogom’da (Tanrı Olmak Zor İş) Boris ve Arkady Strugatsky’nin 1964 tarihli romanından yapılan bir uyarlamaydı. Sanat hayatı boyunca sadece 6 film yapan yönetmen, genellikle savaş atmosferini ve Stalin’in topluma etkileri çoğu zaman karanlık bir yapıda izleyicilerine sunmayı görev bildi. Sinemasını ısrarla renksiz olarak sürdüren German, zamanlar ötesinde, insanın temel duygularını resmeden yapımlar sunmaya çalıştı. Senaryolarını sürekli beraber yazdığı Svetlana Karmalita ile evlenen yönetmen, yaşamının sonuna kadar Karmalita’dan ayrılmadı. Çiftin, babasının ismini taşıyan oğlu da günümüz Rus sinemasında yönetmen olarak kariyerini sürdürüyor. 1976 doğumlu German, 2003 yapımı filmi Posledniy Poezd’i (Son Tren) tıpkı babası gibi siyah beyaz çekti. Son derece derinlikli ve gerçeküstü geniş çekimlerin olduğu filminde, 1944’te savaşmak istemeyen Alman askeri doktoru Rus hattında kaybolmuş halde resmeder. 2008’de çektiği Bumazhnyy Soldat’da (Kağıt Asker) Rus astronot ile onu kontrol eden hemşirenin yakınlaşmasının hikayesini sundu. Film, Altın Aslan Ödülü için yarıştı. Aleksey German’ın 2015 yapımı filmi, Pod elektricheskimi oblakami (Elektrik Bulutlarının Altında) Türkiye prömiyerini 6. Malatya Film Festivali’nde yapmış, 65. Altın Aslan Ödülü için Almanya’da yarışmıştı. Film, Rus toplum yapısını kasvetli bir havada resmeder. 2018’de Rus yazar Sergei Dovlatov’un 1971’deki 6 gününü ve dönemin sanat ortamını resmettiği Dovlatov filmiyle Berlin’de yarıştı. Film Rusya’da büyük ilgi gördü.4 günde 300 binden fazla izlendi. Ticari sinemadan uzakta, estetik yaklaşımları önemseyen bir sinemayı önemseyen Germanlar babadan oğla bu yaklaşımı sürdürmeyi başaran bir çizgi izliyorlar.
Erken Eksilen Bodrovlar
Baba Sergey Bodrov 1948’de Rusya’nın en uzak ucu olan Çin sınırındaki Khabarovsk şehrinde doğdu. 1974’te Moskova’da sinema okulundan mezun olan Bodrov, 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren uzun metraj filmler çekmeye başladı. İlk ses getiren filmi 1996 yapımı Kavkazskiy Plennik’ti. (Kafkas Mahkumu) 90’ların ilk yıllarında Kafkaslarda yaşanan savaş ortamında Rus askeri birliği yerel milisler tarafından pusuya düşürülür. Askerlerden biri köylü bir adam tarafından takasla karakolda tutulan oğluna karşı rehin alınır. Farklı kültürlerin karşılaşmasını oldukça gergin bir sosyal zemin üstünden yansıtan yönetmen, başarılı bir film ortaya koymuştu. Sürpriz finali de filmi unutulmaz hale getiriyordu. Bodrov’un uluslararası başarı sağlamasını sağlayan projesi ise Mongol (Cengizhan) filmi oldu. 2007 yapımı Mongol (Cengizhan), başarılı bir görsellik ve hikâye sunumuyla unutulmaz bir karakter olan Moğol hükümdarı Cengizhan’ı sinemaya taşımıştı. Rusya’da ve ülke dışında önemli bir izleyici kitlesine ulaşan film, birçok festivalde de ödüller aldı. Daha sonra kariyerine Hollywood’da devam eden yönetmen, Cengizhan’ın başarısını yakalayabilecek bir film yapamadı. Kuşkusuz bu durumun oluşmasında oğlu Jr.Sergey Bodrov’un vakitsiz ölümünün de payı var.
Aleksey Balabanov’un 1997’de çektiği Brat (Kardeş) filmiyle kamera önünde önemli bir başarı yakalayan 1971 doğumlu Jr. Sergey Bodrov, daha önce babasının çektiği Kafkas Mahkumu’nda oynamıştı. Brad (Oğul) filminde askerden gelen Danila, ağabeyinin yanına Moskova’dan Petersburg’a gider. Herkesin silah taşıdığı, kanunun yok hükmünde olduğu yıllardır. Sokaklar mafyaların mücadele alanına dönüşmüştür. Petersburg sokaklarında oyunu kuralına göre oynamayı erkenden öğrenen Danila, doksanların Rusya’sında nasıl ayakta kalınabildiğini bize göstermiş olur. 2000 sonrası kendi filmlerini de çekmeye başlayan Sergey Bodrov Jr. İlk filmi Syostry’den (Kız Kardeşler) sonra ikinci filmini çekerken trajik bir çığ felaketinde umut vaat eden bir sinemacıyken hayata gözlerini yumdu.
Görkemli Uyarlamalardan Görsel Efektlere Bondarçuklar
Sergey Bondarçuk 25 Eylül 1920’de Ukrayna’da dünyaya geldi. Daha çocuk yaşta edebiyat ve tiyatro ile ilgilenmeye başlamıştı. 17 yaşına geldiğinde ilk kez tiyatro sahnesine adım attı. Daha sonra Rostov Tiyatrosu’nda eğitim almaya başladı. Ancak Ukrayna’nın Nazi işgaline uğramasıyla eğitimine ara verdi 1942 yılına gelindiğinde Bondarçuk, Kızıl Ordu saflarından savaşmaya başlamıştı. Savaş sonrası eğitimine devam ederek 1948 yılında tiyatro okulundan mezun oldu. Mezuniyet sonrasında birçok önemli oyunda yer aldı.
Bondarçuk’un ilk yönetmenlik deneyimi ise Erkeğin Kaderi (Sudba Cheloveka) ile oldu. Bu film ile en büyük Sovyet ödülü olan Lenin Ödülü’nü kazandı. Daha sonraki projesi Tolstoy’un ölümsüz eseri Voyna i Mir’i (Savaş ve Barış) sinema perdelerine taşımak oldu. Sergey Bondarçuk’un Tolstoy’un ölümsüz eseri Savaş ve Barış’ı sinema perdelerine taşıması dönemin en nitelikli edebiyat uyarlamalarından biri olarak Oscar yarışına Rusya’yı öne geçirmişti. Usta yönetmen, Rus sinema tarihinin en pahalı filmlerinden biri olan filmi 7 yılda çekmiş, toplam maliyeti de 100 milyon doları bulmuştu. Filmdeki geniş oyuncu kadrosu ve görkemli savaş sahneleri filmin bütçesini oldukça yükseltmişti. Andre Bazin, sinema-edebiyat ilişkisinin köşelerini çizerken, “iyi bir uyarlama, eserin özünü ve sözünü yeniden kurabilmelidir” der. Dünya sinemasında edebiyat eserlerinin “özünü ve sözünü” yeniden kurulmasına çarpıcı bir örnek olan filmde; dönem dekorlarına önem gösterilmiş, roman neredeyse satır satır estetik kaygılarla sinemaya aktarılmıştı. Film 1968 yılında Oscar dâhil birçok ödül alarak Sovyetlerin uluslararası arenada saygınlığını arttırmıştı. Savaş ve Barış sayesinde Ruslar, Soğuk Savaş’ın en sert günlerinde istediklerini elde etmişlerdi.
Savaş ve Barış filminin kazandığı uluslararası başarıdan sonra çektiği filmlerle de festivallere konuk olan yönetmen, zaman içinde Sovyet iktidarıyla sorunlar yaşamaya başlamıştı. Bondarçuk, sinemadan hiçbir zaman kopmadı. Savaş ve Barış’tan sonra uzun yıllar üzerinde çalışıp bitiremediği projesine başladı. Şolohov’un Nobel ödüllü romanı Durgun Akardı Don isimli önemli eserini beyaz perdeye taşımaya çalıştı. Ancak yaşanan aksilikler filmi bitirmesine olanak tanımadı. 1998 yılında kalp krizinden vefat etti. Ölümünden 8 yıl sonra 2006 yılında Durgun Akardı Don tamamlanabildi. Bondarcuk, arkasında her zaman ayakta alkışlanacak, ideolojiler üstü bir filmografi bırakarak hayata gözlerini yumdu. 1967 doğumlu Fyodor Bondarçuk babasının izinde devam eden sinemacılardan biri. Fyodor Bondarçuk’un 2008’de çektiği Yaban Ada (Obitaemyy Ostrov) filmi, Boris ve Arkadiy Strugatskiyler’in İktidar Mahkûmları adlı romanından uyarlanmıştı. 2157 yılında geçen hikâyede, Maksim Kammerer bir uzay pilotudur. Uçuş sırasında göktaşlarına çarpan uzay gemisi hasar alır ve pilot bilmediği bir gezegene iniş yapmak zorunda kalır. Muhafız onbaşının eşliğinde şehre götürülür. Şehirde totaliter bir devlet, gerçeklerden habersiz bir toplum ve küçük bir isyancı grup olduğunu gören Maksim, bu gezegenden kurtuluşun olmadığını gördüğünde bu gezegeni daha adil bir yer yapmak için savaşa katılır. 2005 yılında çektiği 9 Rota’da; (9. Bölük) 1998 senesinde Sibirya’da bir grup genç Afganistan’a giderek mücahitlere karşı savaşmak amacıyla orduya girer ve eğitime başlar. Özbekistan’ın Fergana bölgesinde eğitimleri dengesiz Astsubay Dygalo tarafından verilir. Ardından Afganistan’a gönderilip 9. bölüğe katılırlar ve 3234 metre yükseklikte Host Bölgesi’ne giderler. Görevleri dağı ve yardım konvoylarını korumaktır. Rus ordusu çekilir ve Afganistan’da kaderine terk edilirler. Fyodor Bandarçuk’un son filmi 2013 yapımı Stalingrad 30 milyon dolar bütçeyle çekilip ülkenin Oscar adayı olmuştu. Film tamamı üç boyutlu olan ve IMAX tekniği kullanılarak çekilmiş ilk Rus filmi olma özelliği taşıyor. Rusya’nın en çok izlenen filmlerinden biri oldu. Stalingrad Muharebesi’nde çarpışmış askerlerin yazmış oldukları günlüklerden, bu savaşa dair anlattıkları gerçek olaylardan ve arşiv belgelerinden yararlanılarak çekilen film, 2.Dünya Savaşı’ndaki Stalingrad Savunması’nda yaşanan insan hikâyelerine odaklanıyor. Sergey Bondarçuk dönemin en önemli edebiyat uyarlamalarını gerçekleştirmişti. Oğul Bondarçuk ise günümüz Rus sinemasında genellikle yüksek bütçeli büyük görsel efektlerin kullanıldığı ticari filmlerle adından söz eden bir yönetmen oldu.
Üç Kuşaktır Sinemacı Bir Aile: Khrzhanovskyler
Khrzhanovsky ailesi üç kuşaktır sinemanın farklı türlerinde yetenekli sanatçılar yetiştiren bir aile. 1905 Kazan doğumlu Yuriy Khrzhanovskiy ailenin oyuncu büyük babası. Sovyet döneminin ilk yıllarından başlayarak çok sayıda tiyatro oyununda sahneye çıkan oyuncu, 30’a yakın Sovyet filminde de rol aldı. 1987’de hayata gözlerini yumduğunda arkasında koca bir sanat geçmişi bırakmıştı. 1939 doğumlu oğlu Andrei Khrzhanovsky ise Sovyetlerin yetiştirdiği en önemli animasyon yönetmelerinden biri oldu. 1962’de meşhur Sovyet film okulu VGİK’ten mezun olan yönetmen, Sovyetlerin animasyon stüdyosu Soyuzmultfilm’de çalışmaya başladı. İlk animasyonu 1966’da bir civcivin başından geçenleri resmettiği Zhёltik isimli yapımdı. Hem çocuklar için hem de yetişkinler için animasyonlar üreten yönetmenin 1968’de Glass Harmonica isimli gerçeküstü çarpıcı animasyonu bürokratik engellere maruz kalıp yasaklandı. Bu animasyon Mor ve ötesi grubunun Uyan isimli şarkısının klibinde kullanıldı. Puşkin üstüne çektiği üçlemesi Ya VAM lechu vospominanem (Anılarını Uçuracağım) (1977), I s Vami Snova ya (Ve ben yine seninleyim) (1980) ve Osen (Sonbahar) (1982) edebiyatla animasyonu bir potada erittiği bir projeydi. 1986’da bu üçlemeyle Sovyet Devlet Nişanı aldı. Usta yaratıcı Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra da animasyon çalışmalarını sürdürdü. Son çalışması 2009 yapımı Poltory komnaty ili Sentimentalnoe puteshestvie na Rodinu’da 1972’de ABD’ye göç eden Rus şair Joseph Brodsky’nin hayatını beyaz perdeye yansıttı. Ulusal ve uluslararası festivallerde sayısız ödül alan yapım, Andrei Khrzhanovsky’nin ustalık dönemini yansıtıyordu. 1975 doğumlu torun İlya Khrzhanovsky da babasının izinde bir yol izledi. 1992-93’te Almanya’da Bonn Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitim alan İlya Khrzhanovsky, ardından babasının da mezun olduğu VGİK’te okudu. 1998’de Ostanovka (Dur) isimli çalışmasını Artyom Mikhalkov’la birlikte çekti. Ardından reklam ve televiyon projelerinde görev alan yönetmen, 2004’te çektiği 4 isimli filmiyle çok sayıda festivale kabul edildi. İki erkek ve bir kadının bir barda yaptıkları konuşma üstüne kurgulanan film, Rus toplumunun farklı yanlarına odaklanıyordu. Film; Rotterdam, Buenos Aires, Seattle, Transilvanya ve Atina film festivallerinde önemli ödüller aldı. 50’den fazla festivalin programına dahil edildi. Yapımcılık da yapan Khrzhanovsky, Aleksey German’ın Kağıt Asker filminin yapımcılığını üstlendi. Dededen toruna oyuncu, animasyon sanatçısı ve yönetmen olan Khrzhanovskyler, Sovyet ve Rus sanat dünyasının üretken ve çok yönlü ailelerinden biridir.
Her Dönemin Ailesi Mikhalkovlar
Sergey Mikhalkov şair ve Sovyetler Birliği’nin milli marşının da yazarı. Mikhalkov ailesi Rusya’nın saygın bir ailesi. Sergey Mikhalkov’un iki oğlu da sinemayı seçti. Büyük oğlu Andrei’in 1960’larda başladığı sinema çalışmaları 1980’de Cannes Film Festivali üzerinden ABD’ye iltica etmesiyle Hollywood’ta devam etti. Sovyetleri terk etmeden önce çektiği 1979’da Sibiriada (Sibirya’dan) isimli çalışmasında oldukça etkileyici bir görsel zenginlik sundu. Hollywood’ta ticari bir sinema anlayışı içinde kendi var etmeye çalışan yönetmenin Hollywood’ta çektiği en bilindik filmi Sylvester Stallone ve Kurt Russell’ın oynadıkları 1989 yapımı Tango ve Cash filmidir. Sovyetlerin çöküşünden sonra yeniden Rusya’da film yapma başlayan Andrei Konchalovky’nin 2014 yapımı filmi Postacının Beyaz Geceleri Rusya’nın kırsalında geçiyor. Bu filmiyle Venedik Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü alan yönetmen, Rusya’nın kırsal hayatını oldukça başarılı bir görsellikle beyaz perdeye taşımıştı. Küçük kardeş Nikita Mikhalkov’sa çalışmalarını Sovyetler’de sürdürdü. VGIK’de sinema eğitimi aldı. Mezun olmadan önce birkaç kısa film yönetti. 1974 yılında çektiği At Home Among Strangers filmi ilk uzun metrajlı film deneyimi oldu. 1977’de Mekanik Piyano Bitmemiş Parça ve 1987’de yönettiği Siyah Gözler filmleriyle Çehov uyarlamaları yaptı. Eserlerinde Çehov’un öykü motiflerini üstün bir sinema kurgusu ve büyük bir ustalıkla resmetmeyi bildi. Ayrıca kendi senaryolarından çektiği filmlerde de Çehov’un öykü tadını duyumsamak mümkündür. Urga filminde Moğolistan’da bir aileyi bütün gerçekliğiyle sinemaya taşımıştı. Etkileyici görsellikler sunan Urga, Moğol kültürü üstüne yapılan az sayıdaki filmden biri olarak sinema tarihindeki yerini almış oldu.
1930’lar Stalin dönemini anlattığı Güneş Yanığı filmi, özellikle görsel açıdan çok beğenilmişti. Senaryosunu Azeri sinemacı Rüstem İbrahimbeyov’la yazan yönetmen, Oscar’la birlikte, Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü de kazanmıştı. Sovyet sonrası dönemin ilk yıllarında hiç yapılmadığı kadar ağır Stalin eleştirisi yapan film, bu yönüyle büyük tartışma doğurmuştu. Mikhalkov çoğunlukla edebiyat uyarlamaları yaparken politik fikirlerini de ilk defa bu yapımla gün yüzüne çıkarmış oldu. Doğa ve insan ilişkilerini resmettiği filmlerinden Güneş Yanığı’yla politik bir hesaplaşmaya yelken açtı.
1997’de de 12 filmiyle Oscar yarışında Rusya’yı temsil etti. 2010’da çektiği Güneş Yanığı 2 filmiyle de yeniden Rusya için Oscar yarışına katıldı. Birçok filminde olduğu gibi Güneş Yanığı serisinde de başrolde gördüğümüz yönetmen, ilk filmdeki etkileyici görsellikler yerine Hristiyanlık vurgusunu merkeze taşıdı.
2014’de Güneş Çarpması filmini çeken yönetmen, Nobel ödüllü Rus yazar İvan Bunin’in aynı isimli öyküsünden uyarladı. Güneş Çarpması öyküsünden yola çıkarak 1907 ve 1920 yıllarını iç içe geçmiş bir hikâye üzerinden resmetti. Monarşist muhafazakâr idealarını son dönem filmlerinde iyice belirginleştiren yönetmen, bu filminde de 1907 yılını bir aşkın çerçevesinde oldukça olumlu bir tabloyla sunarken Sovyet Devrimi sonrasının ilk yıllarında yaşanan iç savaş süreci olan 1920 dönemini oldukça kaotik ve Menşevik subayların gözünden anlatır.
Kardeş yönetmenlerin çocuklarının da sinema sektöründe kendilerine yer buldukları görülüyor. Kızları Anna ve Nadezhda Mikhalkov oyuncu olarak neredeyse babalarını çektiği bütün filmlerde kendilerine yer buldular. Oğulları Artyom ve Stepan Mikhalkov da farklı zamanlarda kimi zaman yönetmen kimi zaman da yapımcı olarak sinema sektöründe varlık gösteriyorlar.
Sonsöz
Rus sineması, Rusya’nın geçirdiği bütün politik dönüşümlerden etkilenerek Çarlık döneminde başladığı macerasına Sovyet döneminde önemli ilklere imza atarak sürdürdü. Günümüzde Rusya Federasyonu’nun Sovyetlerin çöküşünden sonraki en güçlü döneminde; büyük bütçeli, zengin görsel efektleri olan yapımlarla yolculuğuna devam ediyor. Bu dönüşüm sürecinde yukarıda saydığımız ailelerin sinema hayatına hem estetik hem de kurumsal olarak yön verecek güçte olduğunu söylememiz mümkün.