
Arap ülkelerinin sinema sanatıyla kurdukları ilişkinin düzeyleri birbirinden oldukça farklı ve son derece çeşitli. Ortadoğu’nun kavurucu sıcağında özgürleşme mücadelelerini sürdüren kadınların da sinemayla kurdukları ilişki her geçen gün daha büyük bir alana yayılıyor. Filistin’de direnen, Lübnan’da savaşı resmeden, Mısır’da geniş kitlelerle buluşan kadın sinemacılar, özellikle son yıllarda sinemanın görselliğini adeta bir var olma platformuna çevirerek her geçen gün üretimlerini arttırarak egemen dili ve anlayışı alaşağı ediyorlar. Yazımızda Arap ülkelerindeki kadın sinemacıların deneyimlerini paylaşacağız.
Filistin Sineması
Ulusal varlığının en önemli göstergelerinden biri olan sinemasıyla adından söz ettiren Filistin’de sinema, hiçbir zaman sadece sinema değil. Bu sinemada; direniş, savaş, intifada, taşlar, sapanlar, tanklar, askerler, yıkılan evler, ölen çocuklar başrolde oynuyor. Filistin sineması, parçalanmış üç ayak üzerinde varlığını devam ettiriyor. Bunlardan biri, ülkenin yaşadığı işgalden ötürü yurdunu terk etmek zorunda kalanların oluşturduğu Filistin diaspora sineması; ikinci ayak, kamplarda üretilen Filistin sinemasıdır. 2002 yapımı Mohammed Bakri’nin Cenin Cenin isimli belgeseli buna örnek gösterilebilir. Cenin mülteci kampında yaşanan katliamı beyaz perdeye yansıtan belgesel, katliama tanıklık edenlerin hatıralarını da ölümsüzleştiriyordu. Üçüncü ayaksa, İsrail vatandaşı olarak Filistin sinemasını temsil edenlerin oluşturduğu Filistin sinemasıdır.
Mustafa Abu Ali’nin çabalarıyla ortaya çıkan, Michel Khleiff’in başarılarıyla adından söz ettiren Filistin sineması, günümüzde Alia Süleyman ve Hani Abu-Asad’ın çalışmalarıyla yoluna devam ediyor. Kadın sinemacılar da her geçen gün Filistin sinemasında daha fazla yer kaplamaya başladı.
2013’te ablukada olan Gazze’de Filistin’de Kadın Olmak isminde bir festival düzenlendi. Gazze’deki Kadın İşleri Merkezi tarafından düzenlenen ve çoğu Filistinli 23 kadın yönetmenin filmlerinin yer aldığı festivalde çoğu kısa metraj çalışmalardan oluşan çalışmalarla bölgede kadın yaşamının zorluklarına ve kadın yaratıcılığa dikkat çekmişlerdi.
Annemarie Jacir
1998 beri bağımsız film çalışmaları yapan 1974 doğumlu Annemarie Jacir en bilinen Filistinli kadın yönetmenlerden biri. Jacir, Filmmaker Magazine tarafından bağımsız sinemanın 25 yeni yüzünden biri seçilmişti. Birçok kısa filmden sonra 2008’de Milh Hadha al-Bahr (Bu Denizin Tuzu) isimli uzun metraj kurgu çalışmaya imza attı. 2012’de Lamma shoftak (Seni Gördüğümde) filminde 1967’deki savaştan sonra öz yurtlarını terk etmek zorunda kalan Filistinlilerin Ürdün’deki mülteci yaşamlarına odaklandı.
Suriye Sineması
Devlet destekli bir sinema olan Suriye sineması, önemli yönetmenlerinin Ömer Amiralay hariç hemen hepsini Sovyet film okullarında yetiştirmişti. Şam’da düzenlenen Uluslararası Şam Film Festivali’nin varlığı ve ülkede bulunan yabancı kültür merkezlerinin düzenlediği film günleri, bu coğrafyanın sinemayla olan ilişkisini güçlendiriyordu. Ancak artık Suriye kurmaca filmlerle değil gerçek katliam videolarıyla takip ediliyor. Sinema sanatı Suriye coğrafyası için artık lüks bir sanat dalı. Suriye devleti sanata yatırım yapmayı kendine dert edinmiş bir devlet. Ortadoğu’nun en heybetli opera binalarından biri Şam’da. Yaraların sarılması kolay olmasa da sular durulup Suriye yönetimi insanlığından çıkmış canileri coğrafyasından temizleyip de Suriye üstüne planlar başka bir bahara bırakıldığında; sanat hayatının da yeniden canlanacağını ummak için umutlu olmalıyız. Şimdilik zorunlu bir kış uykusuna yatsa da Suriye’nin bir sinema dinamiği var.
Kanada’da yaşayan Suriye kökenli Ruba Nadda, çektiği filmlerle kimi zaman Ortadoğu’dan izler taşıyan yapımlar ortaya koyuyor. 2005 yapımı Sabah filminde Kanada’ya göçmüş bir Arap kadının yaşadığı yeni ülkede tanıştığı farklı kültürden bir erkekle yaşadığı çatışmalı aşkını merkeze alan bir yapım ortaya koymuştu.
Mısır Sineması
Arap sinemasının lokomotifi Mısır Sineması da, geniş kesimlerin sinemayla ilişkilerini kuvvetlendirdi. İkinci Dünya Savaşı’nın olanca yıpratıcılığı insanlığın üstüne çöktüğü dönemde sinema ticareti de yön değiştirmeye başlamıştı. Bu dönemde bölgenin en büyük sineması haline gelen Mısır, komşu ülkelerden başlayarak Afrika ve Endonezya’ya kadar film ihraç eden bir endüstri haline gelmişti. Bölge insanı, Amerika ve Avrupa filmlerine nazaran kendilerine benzeyen oyuncuların rol aldığı, kendi hikâyelerini anlatan Mısır filmlerini daha çok benimsiyorlardı. Bu şaşalı dönemde kadınlar daha çok oyuncu olarak sarsıcı etkiler yapıyorlardı. Faten Hamame bu dönemin en önemli oyuncularından biriydi. 90’dan fazla sinema filminde rol alan Hamame, 1940’da Mutlu Bir Gün filminde ilk defa beyazperdeye merhaba demişti. 2015’te hayata gözlerini yuman oyuncu, uzun sure Ömer Şerif’le evli kalmıştı.
Inas Al Degheidy
1953 Kahire doğumlu Inas Al Degheidy çoğunlukla dram ve romantik filmlerden oluşan bir filmografiye sahip. 90’larda başladığı kariyerini 2000’lerde de sürdürdü. Dantelle (1993), Al Warda Al Hamraa (1999), Mothakerat morahkah (2001), Al bahethat an al horeya (2004) ve Mateegy norkos (2006) isimli filmleriyle özellikle Mısırlı geniş kitlelere seslendi.
Jehane Noujaim
Bütün Ortadoğu’ya film ihraç ettiği günler çok eski de kalsa da; Mısır sineması bölgenin bütün festivallerine film gönderebilen bir ulusal sinema olarak varlığını devam ettiriyor. Mısırlı kadın yönetmen Jehane Noujaim 2000’lerin başından beri belgeseller çeken bir isim 2013’de çektiği Tahrir Meydanı’ndaki gösterileri anlatığı belgeseli Meydan, (El Square) Oscar yarışına katılmıştı.
Lübnan Sineması
Farklı kültürleri bünyesinde barındıran Lübnan’daki sinema hareketleri ise bölgenin siyasi ve kültürel atmosferinden bağımsız değil. Yaşanan iç savaş, tüm yönleriyle Lübnan sinemasında karşılık buldu. Belgesel geleneğinin hiçbir zaman kaybolmadığı Lübnan sineması umut verici bir yolda ilerliyor. Lübnan sinemasında film sayılarında belirgin bir artış olsa da, üretilen film sayısı halen yeterli değil. Ülkenin mali kaynaklarının kısıtlı olması, yönetmenleri alternatif yollara sevk ediyor. Birçok yönetmen ortak yapımlarda yer alarak ekonomik sorunları aşmaya çalışıyor. ALBA ve IESAV gibi sinema okullarının olduğu Lübnan’da yeni yetişen yönetmenler eskinin mirasını sahipleniyorlar. Ghassan Salhab, Jocelyn Saab, Randa Chahal-Sabbag, Philippe Aractingi ve Nadine Labaki gibi yönetmenlerin önemli başarılar kazandığı Lübnan Sineması’nda, genç yönetmenlerin deneyimlerinden faydalanacakları bir neslin oluşmuş olması umut verici bir durum. Özellikle bölgenin siyasi ve kültürel atmosferi de oldukça besleyici bir platform oluşturuyor. Ayrıca belgesel geleneğinin hiçbir zaman kaybolmadığı da görülebiliyor.
Jocelyne Saab
1948 yılında Beyrut’da doğdu. Lübnan sinemasını ayırt edici özelliği olan belgesel yapımlar üstüne bir kariyer yaptı. Yönetmenliğinin yanında gazeteci olarak da saygın bir kariyeri vardır. 20’den fazla belgesele imza attı. Belgeselleri birçok Avrupa kanalının yanı sıra ABD’de NBC’de, Japonya’da NHK gibi önemli televizyon kuruluşlarında gösterildi. Lübnan dışında da çalışmalar yapan yönetmen Mısır, İran, Sahara Çölü ve Vietnam gibi dünyanın değişik bölgelerinde belgesellere imza attı. 1995’te çektiği Bir Zamanlar Beyrut isimli çalışması, Beyrut’ta geçen filmler üzerinden şehrin geçirdiği dönüşümleri resmeden oldukça orijinal bir çalışmaydı. Filmde; Beyrut’un iç savaştan yıkılmış hali içinde iki genç kızı eski bir sinema salonunda meşhur bir sinemacı olan Faruk beyin sinema arşivinde bir yolculuğa çıkalar. Geçmiş ve günümüzün iç içe geçtiği postmodern yapımda onlarca filmden yapılmış kolajlarla zengin bir Beyrut panaroması sunulur.
Nadine Labaki
2007’de Labaki son yılların tanınmış Lübnan filmi olan Sukkar Banat (Karamel)’ı çekmişti. Beyrut’ta yaşayan beş kadının bir kuaför dükkanı üzerinden yaşamlarını resmeden yapım, coğrafyanın yaşadığı iç savaşın kadınlar özelinde yarattığı yıpratıcı etkileri ve gündelik hayata olan yansımalarını oldukça başarılı bir sinema diliyle izleyicilerine sunmuştu.
2011 yapımı ikinci filmi olan Et maintenant on va où? (Peki Şimdi Nereye?)’de, Hıristiyan ve Müslümanların bir arada yaşadığı bir köydeki yaşam pratiğine odaklandı. Ölen evlatlarının acılarını dahi gizlice yaşamak zorunda kalan kadınlar, çocuklarının cenazelerini birlikte kaldırırlarken; dinler, inançlar, ayrımlar üstü bir dil inşa ederler. Labaki, her savaşın ilk kaybedeni olan kadınların yaşamlarının ortak acılarını bu filmiyle sinemaya taşımış oldu.
Suudi Arabistan’da İlk Kadın Yönetmen Haifaa Al Mansour
25 milyonluk Suudi Arabistan’ın sinemayla kurduğu ilişki de, Katar ve Umman’dan farklı değil. Suudi topraklarında genelde Hollywood yapımları izleniyor. Ama sinemada değil. Suudi Arabistan’da sinema salonu yok. 2014’te bir girişimci bu konuda başvuru yaptığı ajansa düşen haberlerden biri. El Arabiya’ya göre, Suudi Arabistanlılar film seyretmek için genellikle Bahreyn ve Dubai gibi komşu ülkelere gidiyor.
Haifaa Al Mansour Suudi Arabistan’ın ilk kadın sinemacısı. Mansour’un çektiği Vecide Suudi Arabistan’da çekilen ilk uzun metrajlı film. Vecide, İstanbul Film Festivali’nde gösterilen başarılı filmlerinden biriydi. 2012 Suudi Arabistan – Almanya ortak yapımı olan filmde; yönetmen Haifaa Al Mansour Suudi toplumundaki kadının yerini bisiklet almaya çalışan küçük bir kızın gözünden anlatıyordu. Kadınlara oy kullanmak haklarının 2015’te verildiği düşünülürse Haifaa Al Mansour’un çalışmalarının bu coğrafyada yaşayan kadınlar için ne kadar önemli olduğu bir kez daha belli olur kanısındayız.
Tunuslu Leyla Bouzid
Tunuslu Kadın yönetmen Leyla Bouzid, Zakaria (2013), Gamine (2013), Mkhobbi fi Kobba (2012),Un ange passe (2010) isimli kısa filmleri çektikten sonra Tunus’taki gençlerin yaşam deneyimlerine odaklandığı ve kişisel hayatında da beslenerek çektiği ilk uzun metraj filmi As I Open My Eyes isimli çalışmasını 2015’te bitirdi. Film, çok sayıda festivalde gösterildi. Venedik, Toronto, Stockholm ve Kartaca film festivallerinde çeşitli ödüller aldı. Dubai Uluslararası Film Festivali’nde Arap filmlerine verilen En İyi Muhr Ödülü’nün aldı.
Emirliklerde Kadın Yönetmen: Nujoom Al-Ghanem
Birleşik Arap Emirlikleri genellikle ürettiği filmleriyle değil de bütün Arap coğrafyasında üretilen filmlerin biraraya gelerek görücüye çıktığı film festivallerine ev sahipliği yapmasıyla adından söz ettiren bir coğrafyadır. Abu Dabi ve Dubai film festivalleri büyük ve ihtişamlı film festivalleridir. Ayrıca çok sayıda kısa film yönetmeni de bu adalar toplamı emirlikte üretim yapmaya devam ediyor. Önemli bir istisna örneği olarak da Nujoom Al-Ghanem, burada çöl yaşamının ayrılmaz bir parçası olan develer üstüne bir belgesel çekti. 2014 yapımı Nearby Sky, Dubai Film Festivali’nde En İyi Belgesel Ödülü’nü aldı. Al-Ghanem, Ortadoğu’nun pek çok duyarlı kadını gibi yönetmenliğinin yanında aynı zamanda bir şair. Dubai doğumlu yönetmenin,1997’den beri kısa filmleri ve belgeselleri, 1989’dan beri ise şiir kitapları yayımlanıyor.
Sonsöz
Kadınların sinema sanatıyla kurdukları ilişkinin kuvvetlenmesi için genel olarak kadınlara uygulanan dini, politik ve erkek egemen yapının her türlü baskısının sonlanması hayati önem taşıyor. Daha fazla kadın kamerayı eline almaya başladıkça Ortadoğu’dan daha renkli ve daha gerçek sahneleri göreceğimizi umut edebiliriz. Ayrıca son birkaç yıldır Suriye’de genelde insanın yaşam hakkına özelde ise kadınlara uygulanan vahşetin, önümüzdeki dönemde kadın sinemacıların kadrajlarına alacakları temel konularından biri olacağını da düşünebiliriz.