Alman Sinemasında Doğu Almanya’ya Üç Farklı Bakış

  1. yüzyılın ikinci yarısındaki en büyük tartışmalardan biri, kuşkusuz Berlin Duvarı’ydı. İki şehri ayıran duvar, aynı toplumdan iki devlet yaratmıştı: Sosyalist yönetim anlayışına sahip Doğu Almanya ve kapitalist üretim biçimine dahil olan Federal Almanya… Böylece Almanlar için savaş yıkıntılarından daha büyük bir sorun ortaya çıkmıştı. Duvar yıkıldıktan sonra Doğu Almanya vatandaşları, kaçmaya çalıştıkları sistemden kurtuldukları için oldukça mutluydu. Ancak son yıllarda yapılan anketler, halkın önemli bir kısmının bu birleşmeden memnun olmadığını gösteriyor. Doğu Almanya’da oluşturulan iş garantisi, sağlık, eğitim ve çocuklara sunulan kreş hakkı gibi sosyal güvenlik politikaları artık özlenen uygulamalar haline gelmeye başladı. Ancak sözü edilen memnuniyetsizlikler, henüz sanat üretimlerinde kendine yer bulabilmiş değil. Doğu Almanya’yı merkeze alan yapımların önemli bir kısmı ülkeden kaçma ve baskıcı devlet anlayışını resmeden filmler. Bu durumun bir kaan ve algı oluşturma projesi olduğunu da söylemek mümkündür. Doğu Almanya üstüne Batı Almanya’da ve birleşme sonrasında yapılan filmlerden Yıldızsız Gökyüzü, Berlin Üzerinde Gökyüzü, Berlin Almanya’dadır, Sonnenallee, Tünel, Elveda Lenin!, Sistem, Geçmişe Veda, Batı Frekansı, Başkalarının Hayatı, Charlie Kontrol Noktasındaki Kadın, Berlin Mucizesi, Burası Kaliforniya Değil, Barbara, Batı isimli filmleri ve 2015’te gösterilmeye başlanan Deutschland 83 isimli diziyi sayabiliriz. Biz çalışmamızda yaklaşım olarak birbirinden farklı duyarlılıkları olan üç film üzerinden Doğu Almanya’ya çoğulcu bir bakış açısı getirmeye çalışacağız.

Sonnenallee

Nostaljik Bir Doğu Güzellemesi: Sonnenallee

1999 yapımı Sonnenallee, Leander Haußmann’ın ilk yönetmenlik denemesi. Doğu Almanya kökenli yönetmen, kişisel deneyimlerinden edindiği izlenimleri bu filmde ustaca sinemaya taşımış. 1970’lerde Batı ve Doğu Almanya arasında kalmış olan semtin Doğu kısmında yaşayan gençlerin yaşantılarına odaklanan yönetmen, dönemin politik ve kültürel hayatını da oldukça keyifli bir sinema filmine yedirmeyi bilmiş.

Filmin merkezinde yer alan Micha, okulun en güzel kızı Miriam’a âşıktır. Onunla yakınlaşmak için hiçbir fırsatı kaçırmaz. Ne var ki kızın gönlü Batı’dan lüks bir otomobille gelen başka bir gençtedir. Sonunda onunla yakınlaşıp ilk öpüşmelerini yaşadıklarında, Miriam “Batılılar daha iyi öpüşüyor sanırdım.” der. Yönetmen Doğu Almanya için yapılan kara propagandanın ne düzeyde olduğuna zekice bir gönderme yapıyordur. Üstelik üstünlüğü de Doğu’ya bahşeder. Zira en güzel öpüşen; zengin görünümlü Batılılar değil, mütevazı yaşamları olan Doğulular olur. Filmde düzenli olarak Batı’dan Doğu’ya geçen iki kişi vardır. Biri Micha’nın dayısı, öteki de Miriam’ın arabasıyla onu etkilediği eski erkek arkadaşıdır. Micha’nın dayısı kanserden ölür. Eski sevgili ise arabalı bir zengin değil, zenginlerin arabalarını park eden bir vale olduğu ortaya çıkar. Vale, kapitalizmin hayal satıcılığının cisimleşmiş halidir. Kendisine ait olmayan bir zenginlikle Doğu’da yaşayanları etkilemeye çalışıyordur. Film; “Hayatımın en güzel yıllarıydı. Çünkü genç ve âşıktım.” cümlesiyle sonlanır.

Yönetmen; bir Batı güzellemesi değil, tersine Doğu’daki yaşamın mutlu olunmaya yetecek bir yaşam olduğunu gösteren ender filmlerden birine imza atarak oldukça eğlenceli, mizah tarafı güçlü bir film çekerek özgün bakışını gösterir.

Estetik Bir Kara Propaganda: Başkalarının Hayatı

2006 yılının en önemli filmlerinden biri olan Başkalarının Hayatı’nı Florian Henckel Von Donnersmarck, hem yazdı hem de yönetti. Nerdeyse tamamı Doğu Almanya’da geçen filmde, iki sanatçının aşklarına Kültür Bakanı’nın nüfuzunu kullanarak, “üçüncü kişi” olma isteğiyle oluşan baskıların sonuçları anlatılıyor.

Devletin yozlaşmasının yarattığı sancılar, sanatçıların Doğu Almanya’da var olma çabaları, film boyunca kusursuz bir oyunculukla beraber veriliyor. Filmde devlet baskısı egemendir. Devlet bireylerin özgürlüklerini sınırlayan bir yapıdadır. Devlet çalışanları, biri dışında, insani yanlarından yoksundurlar.

Çifti izlemeye başlayan devlete inanmış bir yüzbaşı onları dinlerken giderek farklı hisler içine girmeye başlar. Devlet görevlilerinin çürümüş halleri onu sarsar, oyun yazarı onu etkiler ve adeta taraf değiştirir. Empati yapan duyarlı bir bireye dönüşür.

Filmde sinematografik özellikler oldukça başarılıdır. Görüntüler ve müzik kullanımı oldukça profesyoneldir. Oyunculuklar, özellikle başrol oyuncusunun performansı oldukça etkileyicidir.

Filmde karakterlerin hemen hepsi de ayrı ayrı analiz edilmeye uygundur. Oyuncu kadın Marta, kendisini yetersiz bulan, oyunculunu sürdürmek için Kültür Bakanı’nın taleplerini karşılamaktan çekinmeyen duygusal tahribat içinde bocalar haldedir. Zayıflıklarını uyuşturucu ilaçlarla kapatmaya çalışan bir görüntü çizer. Sorguya alındığında bir daha sahneye çıkartılmayacağı tehdidine karsı sevgilisini ihbar etmekten çekinmez. Buna karşılık yaşadığı buhran, onun yaşamasına da izin vermeyecektir.

Yüzbaşı ise filmin en zengin karakteridir. Devlete ve sosyalizme inanmış bir bürokrat olarak karsımıza çıkan karakter, devleti yüceltmekten, insan yaşamını yücelten bir çizgiye doğru evrilir. Bir anlamda gerçek sosyalizme dönüşü temsil eder. Zira “sosyalizmde ısrar, İnsan olmakta ısrardır” şiarını yerine getirir. Empati yeteneği gelişmiş, devlet bürokratlığının dışında, hırsını yenmiş, gerçek bir insana dönüşmüştür.

Filmde en derinliksiz çizilen tipleme Kültür Bakanı’dır. Bütün olumsuz özellikleri bünyesinde toplayan Kültür Bakanı, devletin bütününü temsil eder. Bir anlamda yönetmenin Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ne bakışının resmedir. Şişko, aşksız bir birliktelikle tatmin olan, insanları sömüren, nüfuzunu kullanan bir zalimdir. Kültür Bakanı ve ona yardım eden Yarbay devlet imkânlarını kendi çıkarları için kullanan yozlaşan profillerdir.

Oyun yazarı, sosyalist devleti terk etmek istemeyen, oyunlarıyla var olmak isteyen bir sanatçı olarak karsımızda belirir. İnsan merkezli, duyarlı bir hayatı simgeler.

Filmde sahne tasarımları ve dönem özelliklerini yansıtma da oldukça başarılıdır. Özelikle filmdeki renk kullanımı usta işidir. Söz gelimi Yüzbaşı sürekli gri tonda verilirken, oyun yazarı sarı, aydınlık ışıklarla resmedilir. Yüzbaşı’nın aydınlık tonlarda gösterildiği tek sahne oyun yazarının evinden aldığı Bertolt Brecht kitabını okuduğu sahnedir. Bu sahnede de kitap ve kanepe aydınlıkken kendisi gri olmayı sürdürür.

Filmin fonunda devlet baskıları son derece tek taraflı bir bakış acısıyla resmedilir. “Bu ülkede iyi olan hiçbir şey yaşamaz” izlenimi filmin bütününe egemendir. Yönetmen ideolojik hırçınlığı filmin estetiğine ustaca yedirmiştir.

Yüzbaşı, Yarbay’ın odasına girdiğinde, Yarbay bir kilisenin gerektiğinde kapatılmasının emrini veriyordur. Birlikte yemek yiyorlarken de yan masadaki genç polisler devletin başbakanı hakkında espriler yapıyorlardır. Yönetmen hiç bir sahnede boşluk bırakmadan devletin vatandaşları üzerindeki baskıcı tutumunu resmeder. Açılış sahnesi de bir sorgunun örgencilere analiziyle baslar. Sorguda devletin sorgu anlayışı olarak saatlerce süren ısrar, ancak sonuca götüren bir çözüm olarak gösterilir.

Filmin en önemli problemi Kültür Bakanı tiplemesinin son derece derinliksiz, bütün olumsuzlukları bünyesinde toplamış biçimde resmedilmiş olmasıdır. Sosyalist devletlerin kültürle kurdukları ilişkinin yoğunluğunu da hesaba katacak olursak bu tiplemenin gerçeklikten son derece uzak olduğu sonucuna varmamız mümkündür. Kültür Bakanı, entelektüellikten uzak, duyarsız, bürokratik, insani özellikleri alınmış adeta kuru bir elbise mankenine dönüşmüştür. Ayrıca devletin hiçbir olumlu özelliğinin filme yansımamış olması ortaya çıkan yapımın bir anti DDR filmi olduğunu gösterir. Buna karşılık sinemografık özellikler; renkler, kamera kullanımı ve oyunculuk oldukça yetkindir.

Film 2007’de En İyi Yabancı Film dalında Oscar aldı. Toplamda ulusal ve uluslararası festivallerde 57 ödül ve 22 adaylık sahibi oldu.

bati-dogu-almanya-sinemasi

Ne Doğu’da Ne Batı’da: Batı

Christian Schwochow’un 2013’te çektiği Batı, Doğu Almanya kökenli yazar Julia Franck’in hayatından izler taşıyan romanından yapılan bir uyarlama. Filmde, 1978 yazında doktoralı kimyager Nelly Senff ve oğlu Aleksey, Doğu Berlin’i terk edip Batı Berlin’e geçmeye çalışırlar. Nellly’nin bir Batı Alman vatandaşıyla yaptığı sahte bir evlilikle planlanan bu geçiş, Nelly için yeni umutlar vaat ediyordur. Oğlu Aleksey’in babası olan erkek arkadaşının ölümünün ardından Batı’da yeni bir hayata başlamak istiyordur. Ama kendilerini önce Doğu’dan kaçanların geçici olarak koyulduğu bir kampta bulurlar. Buradaki sorun sadece doldurulacak bitmez tükenmez formlarıyla Alman bürokrasisi değildir.

Filmde Doğu Almanya’yı gösteren karlar içindeki küçük bir açılış sahnesinin dışında Doğu’ya ait tek bölüm Batı’ya geçmeden önce Nelly’nin üstünün ve çıplak bedeninin ayrıntılı aranma sahnesidir.

Nelly Batı’ya geçtiğinde hiç doğmayan güneş Nelly’nin yüzüne vurmaya başlar. Kadın arabadan çıkıp parlak güneşe selam durur. Yönetmene göre Doğu’ya güneş bile doğmuyordur. İlerledikçe güneşin Nelly için Batı’da da doğmadığını anlarız. Doğu’dan gelenlerin kaldıkları kampa yerleşen Nelly Doğu’dakinin aynı zihniyetteki sorgulayıcı ve suçlayıcı sorularıyla uğraşmak zorunda kalır. Filmde belki en önemli özgünlük, Batı’nın Doğu’dan gelenleri bir kampa koyarak karşılamasının gösterilmesidir. Öteki Doğu Alman’dan kaçış filmlerinde böylesi bir kamp resmedilmiyordur. Nelly eski sevgilisi hakkında bitmek bilmeyen sorulara cevap vermek orunda kalır. Tabi büyümeye çalışan çocuğuyla da baş etmek zorundadır. Kaldığı odanın yan odasında tanıştığı arkadaşıyla dertleşirken camda pastel boyayla çizilmiş bir güneş sureti kameraya yansır. Batı’ya yeni bir hayat için geçen Nelly burada da doğan güneşin gerçek olmayan, insanın içini ısıtmayan, cama sureti çizilmiş halinin kendisine reva görüldüğünü yaşayarak anlayacaktır.

Türlü meşakkatli süreçlerden sonra Nelly’ye Batı Almanya’da kalma hakkı tanıdıklarında, doktoralı kadına laboratuar yardımcılığı işini uygun görürler. İş bulma görevlilerine göre Doğu’nun doktorası Batı’nın yüksekokuluna anca denk geliyordur. Kendine göre iş arayan kadın bu zorlu süreçte bir de eski sevgilisinin ölmemiş olma ihtimali yüzünden paranoyaklaşıp zihin dengesinde delikler açmaya başlar. Nelly’yi kampta sorgulayan Amerikalı CIA ajanı Nally’ye yardım etmeye meyillidir. Onunla bir otel odasında sevişerek yardımcı olmaya başlayan ajanın, ondan bilgi almanın dışında bir amacı olmadığı kısa sürede belli olur. Batı’da her şey çıkar üstüne kurgulanmıştır. Nally yegâne yardımı, onun gibi Doğu’dan Batı’ya gecen yalnız ve sevilmeyen bir adam olan Hans’tan görür. O da Nally’nin şüphelerinden kurtulamaz.

Bir iş bulup kamptan ayrıldığında artık normal bir hayatla başlayabilecek midir? Yaşam her yerde biraz birbirine benzerken Batı, onun uğruna ülkesini terk ettiği hayalindeki özgür dünya mıdır?

Rıza Oylum

1984 İstanbul doğumlu. İstanbul Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans, Trakya Üniversitesi’nde aynı alanda yüksek lisans eğitimi aldı. Varlık, Virgül, Agora, Cumhuriyet Kitap, Film Arası, Kitapçı ve Edebiyathaber.net gibi farklı mecralarda sinema ve edebiyat merkezli metinler yayımladı. Uzakdoğu Sineması, Rus Sineması, Alman Sineması, Ortadoğu Sineması, Dünya Yönetmenlerinden Sinema Dersleri, Doksanlar, Dünya Yazarlarından Yazarlık Dersleri, İran Sineması ve Film Gibi Geçti-Ediz Hun kitaplarını yazdı. Ulusal ve uluslararası festivallerde jüri, küratör ve yayın editörü görevlerinde bulundu. Türkiye’de ve yurtdışında ülke sinemaları üstüne konferanslar verip workshoplar yaptı. Halihazırda Üsküdar Üniversitesi’nde öğretim görevlisi, Gazete Duvar’da köşe yazarı ve Seyyah Kitap’ın genel yayın yönetmeni olan Oylum; Türkiye PEN Yazarlar Derneği, FIPRESCI (Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu) ve FEDERO (Avrupa ve Akdeniz Film Eleştirmenleri Federasyonu) Üyesidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Alman Sineması

Hollywood’un Tutunamayan Almanları: 2000 Sonrası Gidenler

Savaş sonrasının neredeyse bütün önemli Alman yönetmenlerinin adeta güçlü bir süpürge gibi kendine çeken Hollywood, neredeyse hiçbirinin yerel özelliğini korumasına, politik kimliğini yansıtmasına imkân vermeden onları sıradan, isimsiz yönetmenlere dönüştürüyor. Alman yönetmenlerinin Amerika macerası ticari olanla estetik olanın yumuşak geçişli bir yolculuğunda gelinen noktanın hiç de hayal edildiği gibi olmadığını yansıtması namına oldukça ibretlik. Hollywood´un […]

Devamını Oku
Alman Sineması

JoJo Rabbit’ten Teneke Trampet’e Faşizmin Büyüttüğü Çocuklar

Jojo Rabbit, mizahı ve başarılı oyunculuklarıyla da izlenmeyi hak eden bir yapım. Ancak Nazi dönemini Almanların kendilerinden izlemek isteye

Devamını Oku
Alman Sineması Edebiyat Uyarlamaları

Teneke Trampet uyarlaması: Büyümeyen Oskar’ın isyanı

2015’te ölen Alman yazar Günter Grass, en bilindik eseri Teneke Trampet’i 1959’da yayımlamıştı. Roman 1979’ta Alman yönetmen Volker Schlöndorff tarafından aynı isimle sinemaya uyarlanmıştı.

Devamını Oku