Memleket sinemasının 100. yılını birkaç yıl önce geride bıraktık. İlk filmimizin hangisi olduğu tartışıla dursun bu 100 yılı aşkın sürenin 25 yılında kalem oynatmış sinema eleştirmeni Tunca Arslan, sinemamızın eleştirmenlerle imtihanını geçtiğimiz günlerde Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıkan “Eleştirmenleri Vurun” kitabında masaya yatırdı.
Gün yüzüne çıkmamış çok sayıda anekdotun bir araya geldiği kitapta çok şaşırtıcı bilgiler mevcut. Dört bölümden oluşan kitabın birinci bölümünde dünya edebiyatından yazarların ve dünya sinemasından yönetmenlerin eleştirmenlerle ilgili görüşlerine yer verilmiş. Anlıyoruz ki kimse eleştirmenleri sevmiyor. İrlandalı tiyatro yazarı Brendan Behan’ın eleştirmenler için kullandığı “hadımağaları” benzetmesi eleştirmenlerin ne denli sevilmediğini göstermesi açısından manidar bir örnek olmuş: “Eleştirmenler haremdeki hadımağaları gibidir. Onlar her gece oradadır. Her gece ne yapıldığını görürler. Her gece nasıl yapıldığını da görürler Ancak aynı şeyleri kendileri yapamazlar.”(s.21)
Eleştirmenleri Vurun kitabının vurucu kısmı ikinci bölümü. Bu bölümde memleket sinemacılarının eleştirmen kavramına bakışlarına dair çok şaşırtıcı anekdotlar var. Cüneyt Arkın’ın sinema tarihçisi Agâh Özgüç’ü evine davet edip üstüne çullanması, ona; ok, kılıç ve silahla saldırmasını eleştiriye tahammülsüzlüğün zirvesi diyebiliriz ama değil. Kitapta daha sadist sinemacıların da olduğunu öğreniyoruz. Özgüç’ün Arkın’ın silahını alıp evden kaçabilmesi ise eleştirmenleri hafife almamak gerektiğinin en somut örneği olsa gerek. Antalya Film Festivali’nde Tarık Akan’ın sinema Yazarı Vecdi Sayar’ı açıkladığı ödülleri beğenmediği için yumruklamaya başlaması da bu mesleği yapmak isteyenlerin dövüş sanatlarıyla da hemhal olmaları gerektiğini gösteriyor.
Tekme, tokat, silah çekmek derken ölüm tehditleri de memleket sinemacılarının eleştirmenlere olan nefretinin sınırsızlığını ortaya koyuyor. Atilla Dorsay’ın bir programda Yol filminin yönetmeni olarak Yılmaz Güney’i gördüğünü söyleyip Şerif Gören’in daha sonra Yol düzeyinde bir film çekememesini de bu duruma örnek göstermesi üzerine Şerif Gören’in Atilla Dorsay’ı tehdit edip, “…öldüreceğim onu. Siz inanmıyorsunuz ama bu işi yapacağım. Hem de işkence ederek ve her şeyi kameraya çekerek öldüreceğim. Son filmim ve en iyi filmim olacak.” (s.120)
Filminin kötü karakterinin ismini eleştirmenlerden seçenler, eleştirmenlerin izlemeden yorum yaptıklarını filmlerine konu edinenlerle birlikte memleket sinemasının eleştirmenlere bakışını gösteren çok sayıda ibretlik anekdot Eleştirmenleri Vurunkitabının ikinci bölümünde mevcut.
Kitabın üçüncü bölümünde eleştirmenlik kavramı üstüne yapılan tartışmalara yer verilmiş. Eleştirmenlerin tutarsız davranışları gözler önüne serilmiş. Atilla Dorsay’ın Emek Sineması yıkımı sırasında hem inşaatta fiziksel şiddete uğrayıp hem de Emek’in yıkılmasından sonra eleştirmenliği bırakacağını ilan etmesinden sonra aynı isimle yapılan sahte sinemayı savunan yazılar yazmaya başlamasının tutarsızlığı, bu bölümün en göze çarpan tartışması. Kitabın dördüncü bölümü ise Tunca Arslan’la eleştirmen kimliği üstüne yapılan söyleşilerden oluşuyor.
Artık sinema eleştirmenleri festivalde punduna getirip tokatlanan, eve çağırıp silah çekilen, telefon edip ölümle tehdit edilen insanlar değil. Kurumsal kimlikleri çok daha güçlü. Sayıları da bir hayli fazla. Teknolojinin artması ve film izleme platformlarının yaygınlaşıp şekil değiştirmesiyle odasından çıkmayanların da eleştirmen sıfatı taşıyabildiği bir zaman aralığındayız! Belki bu enflasyon içinde neden hiç edebiyat eleştirmeni yetiştiremeyip de çok sayıda sinema eleştirmeni yetiştiriyor olmamız da mevzu bahis yapılmalı. Okumanın katmanlı ve meşakkatli yollarına karşı izlemenin konforu sanat ortamlarını çepeçevre sarmaya başlamasının yaratacağı sığlık da masaya yatırılmalı. Arslan kitapla ilgili Youreads sitesine verdiği röportajda; “ Sinema eleştirmenliği, akademik sinema eğitiminden çok, öncelikle ısrarlı bir (kişisel) kültürel-sanatsal çalış- maya dayanır. Başta edebiyat olmak üzere, diğer sanat dallarında da belli bir birikime sahip bulunmayı zorunlu kılar. Örneğin, edebiyat tarihi konusunda, hiç ya da hiç denecek kadar az bilgisi olanlar, kitap okumayanlar, sinema eleştirmeni olamamakta ya da kötü bir eleştirmen olarak kendilerini hemen belli etmektedirler.” İfadelerini kullanmış. Çok yerinde bir tanımlama. Eklemekte fayda var. Rus yönetmen Sokurov’un yönetmenlere tavsiyesini eleştirmenler için de kullanabiliriz. “Az film izleyin çok kitap okuyun”
Sinemayı sadece film izlemek olarak görmeyen herkesin okuması gereken bir çalışma olmuş Eleştirmenleri Vurun. Kitap, memleketin kültür tarihinin nereden nerelere geldiğini göstermesi açısından tarihi bir vesika görevi görüyor.
Rıza Oylum – edebiyathaber.net (21 Mart 2018)