Taş Yerinde Ağır: Hollywood’un Rus Yönetmenleri

Eisenstein’ın bitiremediği filmiyle başlayan Rus yönetmenlerin Amerika macerası; Andrei Konchalovsky’nin daha özgür bir sinema merakı için yola çıkıp, umduğunu bulamayıp Rusya’da estetik filmlere dönüşle devam ederken, yola tamamen ticari bir sinema anlayışıyla başlayıp oyunu kuralına göre oynayan Timur Bekmambetov gibi kendine alan açabilen bir yönetmen de yetiştirebildi. Bu yazımda Sovyetlerden günümüze Rus coğrafyasından bir vesile bulup Hollywood yoluna düşen yönetmenlerin akıbetlerini takip edeceğim.

Dünyanın farklı yerlerinde film çekmeye çalışan yönetmenlerin en önemli ortak sıkıntısı bütçe kısıtlamaları. Bütün yönetmenler kafalarındakini kameraya alırken karşılarına çıkan masraf kalemleriyle boğuşmak zorunda. Hollywood büyük bir endüstri olarak farklı ülkelerin yönetmenlerinin daha rahat bütçe imkanlarıyla çalışacaklarını düşünerek ülkelerini terk edip gitmek istedikleri bir merkez. Bu yazımda Sovyetlerden günümüze Rus coğrafyasından bir vesile bulup Hollywood yoluna düşen yönetmenlerin akıbetlerini takip edeceğim.

KURGUNUN BABASI MEKSİKA SICAĞINDA

Amerikalı bir yapımcıyla çalışan en önemli ilk yönetmen Eisenstein olmuştu. Sovyet sinemasının lokomotif filmlerinin yaratıcısı Eisenstein, montaj kuramıyla sinemada radikal dönüşümler yarattı. Sinema tarihinin en iyi kurgu propaganda filmi olan “Potemkin Zırhlısı” filminde kendi montaj yaklaşımının somut örneklerini ortaya koyan yönetmen, gerçekliği yeniden inşa ederken onu adeta parçalara ayırıp yeniden yaratıyordu. Eisenstein’ın farklı görüntülerle sağladığı kurgu anlayışına “Grev” filmindeki yaklaşımını örnek gösterebiliriz. Filmde haklarını isteyen işçilere makineli tüfekten ateş açılmasını izlerken bir mezbahada boğaların da kesilmesinin sahnesi görüntüye dâhil olur. İki katliam iç içe geçirilir. Eisenstein, 1929-1932 arasında Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde bulundu. Sorbonne’da kısa bir süre ders verdikten sonra sesli sinema üzerine araştırma yapmak için Hollywood’a gitti. Meksika’nın yaşam tarzından oldukça etkilenmiş, Meksika hakkında bir film yazıp yönetmeye karar vermişti. Upton Sinclair isimli varlıklı bir yapımcının teşvikiyle “Que Viva Mexico” filmini çekmek için Meksika’ya gitti. Ancak bir süre sonra yapımcıyla zaman kullanımı ve ekonomik nedenlerden ötürü anlaşmazlığa düştü. Meksika koşulları onun zamanı efektif kullanmasına engel oluyordu. O dönemde Sovyetler’den de geri dönmesi için yoğun baskı alıyordu. Filmin montajını yapamadan, bir daha ayrılmamacasına Sovyetlere geri döndü. Kendisinden sonra “Viva Mexico” ismiyle farklı yönetmenler tarafından tamamlanan filmin görüntülerini Sovyetler Birliği ve Eisenstein birçok sefer ABD’li yetkililerden istedi. Ancak bir sonuç alamadı. Rus coğrafyasının en önemli yönetmeninin ilk Hollywood macerası bitirilemeyen bir filmle noktalanmıştı.

SOVYET MİLLİ MARŞI YAZARININ OĞLU AMERİKA YOLUNDA

Soğuk Savaş’ın olanca keskinliğiyle varlığını seksenlere kadar devam ettirdiği 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde, Sovyetler Birliği ve ABD arasında kültürel geçişler kolay olmuyordu. Ancak bazen bazı isimler bir reddi mirasla aidiyetlerini bırakarak karşı kıyıya yelken açıyorlardı. En ilginç reddi miras hareketlerinden bir kuşkusuz Andrei Konchalovsky’nin Sovyetler Birliği’ni terk edip ABD’ye iltica etmesiydi.

Şair ve Sovyetler Birliği’nin milli marşının da yazarı Sergey Mikhalkov, Sovyetler Birliği’nin saygın bir ismi. İki oğlu da sinema eğitimi alarak Sovyetler’in ödüllü yönetmenleri oldular. Büyük oğlu Andrei Konchalovsky, Tarkovski ile dönem arkadaşı olarak birlikte senaryo çalışmaları yapan, 1960’larda ilk üretimlerini ortaya koyan başarılı bir genç yönetmendi. Konchalovsky, Tarkovski’nin “İvan’ın Çocukluğu”nun senaristiydi. 1965’te Cengiz Aytmatov’un ‘İlk Öğretmenim’ öyküsünü sinemaya uyarlamıştı. 1970’te Çehov’un ‘Vanya Dayı’ oyununu sinemaya taşımıştı. 1979’da “Sibiriade-Sibirya’dan” filminde Sibirya coğrafyasını eşsiz görüntülerle beyazperdeye taşımıştı. Venedik ve Cannes ödülleriyle birlikte Konchalovsky Sovyetleri terk edip Batı’da film çekmeye karar verdiğinde ilk durağı Paris olmuştu. Ancak kendi ifadesiyle orada KGB Ajanı olduğu sanılınca bir dostunun yardımıyla ABD’ye iltica etti. 1980’de Sovyetleri terk ettikten sonra ilk filmini çektiğinde yıl 1984 olmuştu. Küçük bütçeli yapımlarla kariyerine devam eden yönetmen, Rusya’da çektiği estetik filmlerden her geçen gün biraz daha uzaklaşıyordu. 1985’te çektiği “Runaway Train” makineleşen teknoloji sistemleriyle insanın mücadelesini de resmeden iyi bir hapishaneden kaçış ve yol filmi olarak yorumlanabilir. Yönetmenin Hollywood’ta çektiği en bilindik filmi Sylvester Stallone ve Kurt Russell’ın oynadıkları 1989 yapımı “Tango ve Cash” filmiydi. Ticari sinema deneyiminde usta yönetmen aradığını bulamamıştı. Doksanlarda artık Sovyetler çökünce Andrei Konchalovsky, Rus coğrafyasına 10 yılı geçkin bir aradan sonra tekrar dönüş yapmaya başladı. Gidip gelmeye başlayarak ortak projeler üstüne çalışma imkânı buldu. Zaten kardeşi Nikita Mikhalkov da dönemin en önemli Rus yönetmeniydi. Doksan sonrasının önemli ödülleri Nikita Mikhalkov tarafından elde edilmişti. Rusya’nın son Oscar ödülü olan 1994 yapımı “Güneş Yanığı” filmi de kardeşi Nikita Mikhalkov’undur. 2000 sonrası Rusya’da yeniden eski estetik sinemasına dönen yönetmenin 2014 yapımı filmi “Postacının Beyaz Geceleri” Rusya’nın kırsalında geçiyor. Bu filmiyle Venedik Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü alan yönetmen, Rusya’nın kırsal hayatını oldukça başarılı bir görsellikle beyazperdeye taşımıştı. 2016’da “Paradise”, ardından bu yıl İstanbul Film Festivali’nde online olarak gösterilen, İtalya’da çektiği “Sin” filmiyle Michelangelo’nun hayatını, onun yaratım mücadelesini sinemaya taşıdı. Çekim sonrası süreci devam eden, 1960’ta Sovyet dönemi bir grevin kanlı bir biçimde bastırılmasına odaklandığı yeni filmi “Sevgili Yoldaşlar”ı ise muhtemelen gelecek yıl izleyeceğiz. 10 yıllık Hollywood deneyiminde ticari sinemanın bir özgürlük alanı olmadığını keşfeden yönetmen, kendi coğrafyasının kültürel kodlarından hareket ederek sinema kariyerine sürdüreceğe benziyor.

CENGİZHAN’IN YÖNETMENİ HOLLYWOOD YOLUNDA

Sovyetlerden sonra pek çok yönetmen şansını Hollywood’da denemek için girişimlerde bulundu. Rusya’da önemli başarılar yakalayan yönetmenler, bu başarıların rüzgârıyla Amerikalı yapımcıları ikna etmenin yarışına girdiler. Büyük etki yapan “Cengizhan” filminin yönetmeni Sergey Bodrov da bunlardan biriydi. 1984’de Rusya’nın en uzak ucu olan Çin sınırındaki Khabarovsk’ta doğan yönetmen 1974’te Moskova’da sinema okulundan mezun olmuştu. 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren uzun metraj filmler çekmeye başladı. İlk ses getiren filmi 1996 yapımı “Kavkazskiy Plennik”ti (Kafkas Mahkumu). 90’ların ilk yıllarında Kafkaslarda yaşanan savaş ortamında Rus askeri birliği yerel milisler tarafından pusuya düşürülür. Askerlerden biri, köylü bir adam tarafından takasla karakolda tutulan oğluna karşı rehin alınır. Farklı kültürlerin karşılaşmasını oldukça gergin bir sosyal zemin üstünden yansıtan yönetmen, başarılı bir film ortaya koymuştu. Sürpriz finali de filmi unutulmaz hale getiriyordu. Bodrov’un uluslararası başarı kazanmasını sağlayan projesi ise “Mongol” (Cengizhan) filmi oldu. 2007 yapımı Mongol (Cengizhan), başarılı bir görsellik ve hikâye sunumuyla unutulmaz bir karakter olan Moğol hükümdarı Cengizhan’ı sinemaya taşımıştı. Rusya’da ve ülke dışında önemli bir izleyici kitlesine ulaşan film, birçok festivalde de ödüller aldı. Daha sonra kariyerine Hollywood’da devam eden yönetmen, 2014’te fantastik bir uyarlama olan “Son Oğul” filmini yönetti. Efsanelerin, doğaüstü güçleri olanların birbirleriyle dünyaya hâkim olmak için mücadele ettikleri bir evreni resmeden film, benzerlerinin gölgesinde kalarak beklenilen etkiyi yapamadı. Bodrov, Hollywood yoluna düşse de “Cengizhan”ın başarısını yakalayabilecek bir film yapamadı. Kendi Moğol kökenlerinden hareketle çektiği film, hâlâ onun en önemli filmi.

TİCARİ SİNEMANIN KAZAK YÖNETMENİ TİMUR BEKMAMBETOV

Kazakistanlı, Rusya’da film çekerek sinemaya adım adan Bekmambetov, Rusya’nın dünyada karşılık bulan en önemli ticari yönetmeni sayılabilir. Onun ilk dönem filmleri fantastik Rus romanlarından uyarlamalardı. Sergey Lukyanenko’nun ‘Gece Nöbeti’ ve ‘Günüz Nöbeti’ romanlarını sırasıyla 2004 ve 2006’da başarılı fantastik aksiyon filmlerine uyarladı. Filmler, Amerikalı yapımcıların da ilgisini çekti. Hakları satın alındı. 2008’de Amerikalı yapımcıların desteği ile çektiği çizgi roman uyarlaması “Wanted”, Angelina Jolie, Morgan Freemanlı kadrosuyla başarılı bir aksiyon filmiydi. 2010’da “Abraham Lincoln: Vampir Avcısı” ve 2016’da “Ben-Hur”un yeniden uyarlamasını Hollywood’da çeken yönetmen, sanat kaygısı taşımadan, aksiyon, fantastik hikayeler, çizgi romanlar, bilgisayar oyunları gibi yeni çağın popüler enstrümanlarını kullanarak Rusya’da yaşamasına rağmen Amerika sinema piyasasıyla ilişkilerini sürekli canlı tutarak Rus coğrafyasını yegâne başarılı Hollywood eksenli yönetmeni olarak görülebilir.

Eisenstein’ın bitiremediği filmiyle başlayan Rus yönetmenlerin Amerika macerası; Andrei Konchalovsky’nin daha özgür bir sinema merakı için yola çıkıp, umduğunu bulamayıp Rusya’da estetik filmlere dönüşle devam ederken, yola tamamen ticari bir sinema anlayışıyla başlayıp oyunu kuralına göre oynayan Timur Bekmambetov gibi kendine alan açabilen bir yönetmen de yetiştirebildi.

Rıza Oylum

1984 İstanbul doğumlu. İstanbul Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans, Trakya Üniversitesi’nde aynı alanda yüksek lisans eğitimi aldı. Varlık, Virgül, Agora, Cumhuriyet Kitap, Film Arası, Kitapçı ve Edebiyathaber.net gibi farklı mecralarda sinema ve edebiyat merkezli metinler yayımladı. Uzakdoğu Sineması, Rus Sineması, Alman Sineması, Ortadoğu Sineması, Dünya Yönetmenlerinden Sinema Dersleri, Doksanlar, Dünya Yazarlarından Yazarlık Dersleri, İran Sineması ve Film Gibi Geçti-Ediz Hun kitaplarını yazdı. Ulusal ve uluslararası festivallerde jüri, küratör ve yayın editörü görevlerinde bulundu. Türkiye’de ve yurtdışında ülke sinemaları üstüne konferanslar verip workshoplar yaptı. Halihazırda Üsküdar Üniversitesi’nde öğretim görevlisi, Gazete Duvar’da köşe yazarı ve Seyyah Kitap’ın genel yayın yönetmeni olan Oylum; Türkiye PEN Yazarlar Derneği, FIPRESCI (Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu) ve FEDERO (Avrupa ve Akdeniz Film Eleştirmenleri Federasyonu) Üyesidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Rus Sineması

‘Yumrukları Gevşetmek’: Kafkaslarda Kadın Olmak 

Kira Kovalenko’nun “Yumrukları Gevşetmek” filmi dijital sinema platformu Mubi’nin arşivine eklendi. 2021’de Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış Bölümü En İyi Film Ödülü’nü alan film, Rusya’yı da Oscar yarışında temsil etti.  Yönetmen Kira Kovalenko, Çerkes kökenli yönetmen Aleksandr Sokurov’un 2010 sonrasında Rusya’ya bağlı Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’ndeki üniversitede açtığı yönetmenlik kursuyla sinemaya başlayan yönetmenlerden biri. Bu eğitimle […]

Devamını Oku
Yönetmenler

Christian Petzold Sineması: ‘Kişisel Olan Politiktir’ 

Christian Petzold’un filmlerinin izini sürenler modern Almanya’nın içinde politik ve kültürel bir yolculuğa çıkabilir. Özellikle Berlin’in mimarisi, sokakları, kırsalı, ormanları Christian Petzold’un sinemasında bizi bekleyen hikâyeye odaklı bir görselliğin kilometre taşlarını oluşturuyorlar. Umarım biz de ülkenin tarihi dönüşümünü ve insan hikâyelerini estetize bir filmografiye dönüştüren yerli bir yönetmen yetiştirebiliriz.  Kasım ayından başlayarak MUBI Türkiye, kataloğuna […]

Devamını Oku
Yönetmenler

Sinemanın Sosyoloğu: Yavuz Turgul

Yavuz Turgul’un hem senaryosunu yazdığı hem de yönetmenlik yaptığı filmler bütünlüklü olarak incelendiğinde, ülkenin toplumsal dinamiklerinin temel dayanağı olan köyden kente göçün yarattığı travmatik hali ve bu travmanın İstanbul’a etkilerini görebiliriz. Filmlerin oluşturduğu bu görsel sosyoloji dersi, kişisel hikâyelerle fazlaca hemhal olan yeni yönetmenler için de yeniden keşfedilmeyi bekleyen bir hazine olmayı sürdürüyor. Geçtiğimiz yıl […]

Devamını Oku