Türkiye’de sinemanın, ilk yıllarda tiyatro geleneğinden uzaklaşmaya başladıktan sonra sığındığı ilk limanı Türk edebiyatı olmuştu. Çok sayıda şair ve yazar kimi zaman gerçek kimi zaman da müstear isimle senaryolar yazmaya özellikle 1930’lardan sonra başlamışlardı. Bu dönemde Edebiyat eserleri, sinemada yeniden kullanılacak hazır senaryolar olarak görülerek çok sayıda filme kaynak oluşturmaya başlamıştı. Uzun yıllar sinemamızda görmeye alıştığımız tiplemeler edebiyattan beslenerek oluşturuldu. Kerime Nadir ve Muazzez Tahsin’in melankolik, gerçeklikten uzak kadınları; Esat Mahmut’un maceracı, maço erkekleri Yeşilçam için uygun tiplemeler hâline getirildi.
1950’den sonra gelişme gösteren toplumsal hareketlilik; önce edebiyatta karşılık bulmaya başlamış, 1960 sonrasında sinemayı da etkilemeye başlamıştı. Yaşar Kemal,1950 sonrasında bazen öyküleriyle, bazen de senaryolarıyla sinemayı besleyen kaynaklardan biri oldu. Özellikle de Orhan Kemal eserlerinden uyarlanan filmler kendine geniş bir alan yaratmıştı. Bu dönemde Metin Erksan’ın 1962’de Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü’nü ve 1964’te ise Necati Cumalı’nın Sus Yaz isimli eserini sinemaya taşıması bu gerçekçi ve toplumsal sinema anlayışının filiz vermeye başladığının somut ve başarılı örnekleriydi. 1970’lerde de edebiyat uyarlamaları devam etti.
1980 sonrasında Türk edebiyatı-sinema ilişkisinin sıkılaştığını söyleyebiliriz. Öne çıkanlarını sıralayacak olursak; Erdan Kıral 1983’te Ferit Edgü’nün romanı Hakkari’de Bir Mevsim’i; 1985 yılında Ali Özgentürk, Orhan Kemal’in Murtaza’sını beyaz perdeyle buluşturmuştu. Erdoğan Tokatlı 1986’da Oktay Akbal’ın ödüllü romanı Suçumuz İnsan Olmak’ı, Ömer Kavur 1987’de Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli’ni; Orhan Aksoy 1990 yılında Sabahattin Ali’nin Hasan Boğuldu’sunu sinemaya taşımıştı. Atıf Yılmaz’ın kadınların sosyal hayattaki var olma mücadelerini ve iç dünyalarının önceleyen 1980 sonrasında çektiği filmlerin önemli bir kısmı da yine edebiyat uyarlamasıydı. Necati Cumalı’nın eserlerinden Mine (1982), Dul Bir Kadın (1985) ve Adı Vasfiye (1985) filmlerini çıkarmıştı.
2000 sonrasında ise sinema hareketlenmeye başlayınca edebiyat da adeta yeniden keşfedildi. Yeni uyarlamalar ortaya çıkmaya başladı. Ancak bazı eserler üstünde sıkça çalışılsa da bir türlü uyarlanamadı. Talibi çok olup da uyarlanamayan üç eserden bahsetmek istiyorum.
Dönemin Fotoğrafı: Bir Gün Tek Başına
Vedat Türkali’nin 1974’te çıkardığı ilk romanı olan Bir Gün Tek Başına, Türkali’nin 20’den fazla senaryo yazdıktan sonraki eseri. Roman esasen 1960’larda Atıf Yılmaz, Yılmaz Güney ve Türkali’nin üstünde çalıştıkları ama bir türlü ortaya çıkmayan bir film projesinden hareketle yazılmış. Belki de bu yüzden oldukça görsel bir roman… Güçlü anlatımı olan ve sancılı bir aşkı anlatan bu roman; hem akıcılığı hem karakterlerin zenginliği hem de bünyesinde taşıdığı politik arka planiyla filme dönüşmeyi fazlasıyla hak ediyor. Türkali’nin kendisinin sinemacı, oğlunun senarist ve yönetmen, kızının oyuncu ve senarist, damadının yönetmen, torununun da sonradan yönetmenliğe soyunmasını da düşününce Bir Gün Tek Başına edebiyat ve sinema ilişkisinin kurulamama noktasındaki en orijinal hikayelerinden birini oluşturuyor. Barış Pirhasan,babası hayattayken onunla çalışıp romanı projelendirmiş 2010’da Kültür Bakanlığı da dönemin en büyük desteğini bu projeye vermişti. Ancak süreç tamamına erdirilemedi. Türkali’nin ölümünden sonra 2016’da Barış Pirhasan verdiği bir röportajda; “Hâlâ düşünüyoruz; kıyısına geldik, olmadı. Senaryosunu da babam yazmıştı. O biraz içime dert.” Diyor. (https://www.haberturk.com/gundem/haber/1291956-baris-pirhasan-babasi-vedat-turkaliyi-haberturke-anlatti) Senaryo olarak başlayan, roman olarak ortaya çıkan, okuyanın Beyazıt’tan Beyoğlu’na 1959 yılında görsel bir gezintiye çıkacağı roman bir cevher olarak yeni meraklılarını bekliyor.
Kürk Mantolu Madonna
Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna romanının sinemaya uyarlanması için de birçok çalışma yürütüldü. 2010 yılında Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı bizzat kendisi bu konuya müdahil olup 2 milyon Liralık bir bütçe oluşturdu ve çeşitli senaryolar üstüne çalışmalar yürüttü. Ancak bir sonuç alınamadı. Ayrıca 2012 yılında romanın sinemaya uyarlama hakkını satın almak isteyen Alman yapımcı Rolf Schübel, yazarın haklarının bağlı olduğu Onk Ajans’la görüşmeler yaptı. Ancak bu denemeden de bir sinema filmi çıkmadı. 2013’te oyuncu Mert Fırat ve yönetmen İlksen Başarır’ın sahibi olduğu Kutu Film eserin sinemaya uyarlanma haklarını satın aldıklarını duyurdular. Kültür Bakanlığı’nın da desteklediği filmin yönetmenliğini İlksen Başarır yapacaktı. Romanın unutulmaz karakteri Râif Efendi’yi ise Mert Fırat oynayacaktı. Yine olmadı. 2018’de Ay yapım hakları satın aldığını duyurdu. Fatih Akın da Kürk Mantolu Madonna’yı çekmek istediğini açıkladı. Son olarak yönetmen olarak Onur Saylak’ın adı açıklandı. Bu proje de yürümedi. İki ülkeli,aşkın ve naifliğin romanı Kürk Mantolu Madonna da edebiyat severlerin elinde kaldı.
Bir İstanbul Romanı Huzur
Huzur romanı Türk edebiyatının tartışmasız zirve eserlerinden biri. Hem dil lezzeti hem içeriğiyle okuyanın etkisinden kolay kolay çıkamayacağı bir İstanbul romanı. Tanpınar, İstanbul’u fon yaparak bizim 200 yıllık Batılılaşma merhalemiz ve arada kalmışlığımızın sancılarını aşkın olanca kuşatıcılığıyla birleştirmişti. Tanpınar’ın güçlü üslubu ve derin anlamlar taşıyan cümleleriyle bütünlüklü bir eserdi. Huzur romanı, 2000 sonrası keşfedilmesinden sonra 10 yıl önce bir dizi projesiyle anıldı. Başarılı yönetmen ve senarist Cemal Şan dizi projesinin yönetmeni olarak “Biz Huzur’un ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın değerinin farkındayız. Hikâyeyi uzatmak, sulandırmak gibi çabamız olmayacak, zaten gerek de kalmayacak çünkü Huzur’un çatısı çok iyi kurulmuş bir hikâyesi var. Bittiği yerde bitireceğiz. Romanın Doğu-Batı meselesini ele alışının bugün hâlâ geçerli olduğunu düşünüyorum. Tanpınar’ın kalemiyle yaptığını biz kamerayla yapmaya çalışacağız.” demişti. Ancak Huzur diziye dönüşmedi. 2018’de ise yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun açıklaması geldi: “Tanpınar’ın Huzur’u üzerine uzun zamandır düşünüyorum onunla ilgili bir çalışma. İlk kez burada söylüyorum, çalışıyorum. İnşallah muvaffak oluruz.” (https://www.trthaber.com/haber/kultur-sanat/ahmet-hamdi-tanpinarin-huzuru-beyaz-perdeye-tasinacak-376703.html)
Eserlerinden 14 sinema filmi çekilen Necati Cumalı, yönetmen bir sinema filmini uyarlamak isterse, o edebiyat eserinin özünü sindirmesi gerektiğini savunur. “Filmini edebiyat dilinden kurtarmalı, sinema diliyle onu yeniden yaratmalı” der. (Cumalı, 1982: 76) Bu enfes romanlar kuskusuz dil lezzetiyle, yazarlarının üsluplarıyla ön çıkan eserler.
Alıntı
Necati Cumalı,(1982) “Bütün İyi Yönetmenlerin Temel Kültürü Edebiyatla Beslenir”, Hürriyet Gösteri, sayı: 15