Seri Filmlerle Şehirli Bir Halka: Oslo Üçlemesi

Oslo Üçlemesi her ne kadar Norveç gibi bizim için oldukça stabil bir hayatın dertlerini temsil ediyor gibi dursa da büyük şehrin kaotik atmosferinden herkesin kendinden izler bulacağı, ulusal sinemamızı son yıllarda adeta ele geçiren taşra hikâyelerinden çıkmak isteyenler için oldukça şehirli ve ufuk açıcı bir üçleme alternatifi sunuyor.

Norveçli yönetmen Joachim Trier’in Oslo Üçlemesi; “Tekrar” (2006), “Oslo, 31 Ağustos” (2011) ve “Dünyanın En Kötü İnsanı” (2021) filmlerini kapsayan, 2000 sonrasında 15 yıla yayılmış şekilde, modern şehir insanının varoluş sancılarına odaklanan etkileyici bir bütünlüklü sinema örneği.

SİNEMANIN ÜÇLEYENLERİ

Sinema tarihinde 70’ten fazla üçleme olmakla birlikte Hollywood ticari sinemasında tutan bir filmin devamının çekilmesiyle oluşan serilere de üçleme denmesinin bunda önemli bir etkisi var. Esasen yönetmenin bütünlüklü olarak yola çıkıp üç filmlik bir öngörüyle belli bir tema ya da kavram ekseninde oluşturduğu filmler üçleme tanımını daha çok hak ediyor. Bu tanıma göre pek çok sinemaseverin ilk aklına gelen üçleme kuşkusuz Polonyalı yönetmen Krzysztof Kieślowski’nin Fransız bayrağının renklerinden hareketle oluşturduğu üç renk üçlemesidir. Mavinin özgürlüğü, beyazın eşitliği ve kırmızının kardeşliği temsil ettiği 3 filmde; “Üç Renk: Mavi” (1993), “Üç Renk: Beyaz” (1994) ve “Üç Renk: Kırmızı” (1994) filmleri çekilmişti.

Benim çok önemsediğim birkaç üçleme daha var. Alman yönetmen Rainer Werner Fassbinder’in Batı Almanya Üçlemesi olarak tanımladığı “Maria Braun’un Evliliği” (1979), “Veronika Voss” (1982) ve “Lola” (1981) filmlerini kapsayan üçleme; 2. Dünya Savaşı sonrasında bölünmüş Almanya’nın Batı tarafındaki kadınların yaşamına odaklanarak Savaş sonrasında Alman toplumunun yaşadığı tahribatı ve dönüşümü resmediyordu.

Yunanistan’ın dünyaya nadide bir armağanı olan Teodoros Angelopulos’un Sınırlar Üçlemesi olarak tanımladığı “Leyleğin Geciken Adımı” (1991), “Ulis’in Bakışı” (1995) ve “Sonsuzluk ve Bir Gün” (1998) filmleri de Balkan coğrafyasında yaşanan politik dönüşümlerin izinde, sosyalizmden uzaklaşıldığı zaman aralığında yaşanan toplumsal tahribatı, insan hikâyeleri üstünden şiirsel bir üslupla sunmuştu.

Sonsuzluk ve Bir Gün (1998)

İsveçli Ingmar Bergman’ın Oda Üçlemesi’nde ise karamsarlık ve mutsuzluğun temel alındığı bir tablo içinde yaşama sevincinden uzaklaşmış karakterlerin izini süreriz. “Aynanın İçinden” (1961), “Kış Işığı” (1962) ve “Sessizlik” (1963) filmleri Bergman’ın bu karamsar üçlemesinin filmlerini oluşturur.

İran’ın şiirsel filozofu Abbas Kiyarüstemi’nin Köker Üçlemesi ise Köker köyünün temel alındığı; “Arkadaşımın Evi Nerede?” (1987), “Ve Yaşam Sürüyor” (1992), “Zeytin Ağaçları Altında” (1994) filmlerini kapsayan, birbirleriyle kafa karıştıracak kadar iç içe geçmiş insan hikâyelerinde; yaşamın ve ölümün, gençliğin ve yaşlılığın, aşkın ve ayrılığın, modernizmin ve geleneğin ve dahi birçok yaşam merhalesinin karşıtlığı hakkında kısa ama anlamlı cevaplar aradığı bir üçlemeydi.

Koreli yönetmen Park Chan-wook’un İntikam Üçlemesi “Sympathy For Mr. Vengeance” (2002), “İhtiyar Delikanlı” (2003) ve “İntikam Meleği” (2005) filmlerinden oluşan, Güney Kore’de insanın üretim ilişkileri içinde ne kadar tahrip olduğunu gözler önüne seren ve şiddetin toplumsal nedenlerini es geçmeyen, Güney Kore sinemasının 2000 sonrası çıkışını müjdeleyen yapımlardı.

TÜRKİYE’DE ÜÇLEME GELENEĞİ

Ulusal sinemamız ilk üçlemeye kavuşmak için önce yönetmen sineması anlayışının oturmasını beklemek zorundaydı. Sipariş üstüne yapımcıların talepleri için çekilen filmler arasında yönetmenin kendi temalarıyla bütünlüklü bir film serisi oluşturması mümkün değildi. İlk üçleme için 1960’ları beklememiz gerekti. Bu hafta ölüm yıldönümü olan Metin Erksan, birçok öncülüğünün yanında Türk sinemasının ilk üçlemesini de ortaya koymuştu. Mülkiyet Üçlemesi adını verdiği seride; 1962’de “Yılanların Öcü”, 1964’te “Susuz Yaz”, 1968’de “Kuyu” filmleriyle sırasıyla; toprak, su ve erkeğin kadına karşı oluşturmaya çalıştığı mülkiyet ilişkileri üstünde durmuştu. Türk sinemasının uluslararası alanda ilk büyük ödülü olan Berlin Film Festivali’nde “Altın Ayı Ödülü” de bu üçlemenin en güçlü halkası, aynı zamanda Necati Cumalı uyarlaması olan “Susuz Yaz”la kazanılmıştı.

Susuz Yaz (1964)

İkinci üçlememiz ise Lütfi Ö. Akad’ın Göç Üçlemesi’dir. “Gelin” (1973), “Düğün” (1973) “Diyet” (1974) filmlerinden oluşur. Göçle kırdan kente gelen insanın yaşadığı dönüşümü ve ödediği bedelleri unutulmaz bir gerçeklik içinde sunar.

ŞEHİR HAYATININ AÇMAZLARIYLA OSLO ÜÇLEMESİ

Oslo Üçlemesi ise Oslo şehrini merkez alarak bu şehirdeki insan ilişkilerine, aşklara ve mutlak yalnızlığa odaklanan günümüz şehir insanının adeta otopsisini yansıtan filmlerden oluşuyor.

2006 yapımı “Tekrar” filminde yazar olmak isteyen iki gencin yaşamları üzerinden bir tablo ortaya koyulurken 2011 yapımı “Oslo, 31 Ağustos”’ta daha derinlikli bir anlatımla madde bağımlılığı sorunundan ötürü rehabilitasyon merkezinde kalan 30 yaşını geçmiş orta yaşa gelmiş bir bireyin dışarı çıktığındaki yaşadıklarını izleriz. Onun eski arkadaşlarıyla kurduğu iletişim ya da iletişimsizlik şehir hayatının farklı şehirlerde karşımıza çıkan yalnızlık ve mutsuzluğunun çarpıcı bir fotoğrafıdır. Bu filmden 10 yıl sonra çekilip büyük bir ses getiren “Dünyanın En Kötü İnsanı” filminde de bu kez şehrin koşuşturması içinde farklı aşk deneyimleriyle kendi yerini bulmaya çalışan bir kadının ayak izlerini takip ederiz. Üç film de MUBI platformundan izlenebiliyor.

EDEBİYATIN İZİNDE KARAKTERLER

Yönetmenin Oslo Üçlemesi’nde temel motivasyonu, şehir hayatı içinde yaşanan iletişim sorunları ve hemen her bireyin yaşadığı yaşın ilerlemesiyle dönüşen beklentilerin insan üzerinde oluşturduğu psikolojik baskılar olmakla birlikte, Joachim Trier edebiyatı her filmde es geçmeden odağa getirmeyi amaç ediniyor. Bazen ayrıntılarda bazen de hikâyenin merkezinde okumak ve özellikle de yazma uğraşı var. İlk film olan “Tekrar”da, iki yazma merakı olan arkadaşın dönüşümünü izliyoruz. Yayınevine dosyalarını yolladıklarında yaşadıkları ve yazmayı bırakıp tekrar başladıklarında yaşamlarında belirgin farklılıklar ortaya çıkıyor. Yönetmen, yazma uğraşının kendisinin insan ruhuna iyi gelmesini es geçmiyor.

Tekrar (2006).

Serinin ikinci filmi olan “Oslo 31 Ağustos”ta uyuşturucu ve alkol bağımlısı olduğu için rehabilitasyon merkezinde yatan Anders’ın daha önce ilgi gören yazılar yazdığını öğreniyoruz. Yazmayı bırakması onu da bir boşluğa götürüyor.

Serinin son ve çok ilgi gören filmi “Dünyanın En Kötü İnsanı”nda karşımıza bu kez bir karikatürist çıkar.

AYNI OYUNCUYLA ÜÇ FİLM

Joachim Trier, serinin üç filminde de aynı oyuncuyla çalışarak üçlemenin sadece şehir üstünden değil oyuncu üzerinden de bir bütünlük oluşturmasının sağlıyor. Oslo doğumlu Anders Danielsen Lie, serinin her filminde farklı bir karaktere bürünerek karşımızda beliriyor. Aslında bir doktor ve müzisyen olan Anders Danielsen Lie, çocuk oyuncu olarak rol aldığı 1990 yapımı “Herman” filminden sonra yetişkin olarak ilk defa Joachim Trier’in Oslo Üçlemesi’nde kamera karşısına geçmiş. Şehirli insanın bunalımlarını yansıtmada oldukça başarılı bir karakter inşa eden oyuncu, doğduğu ve yaşadığı şehrin insan hikâyelerini yansıtırken kuşku yok ki kendinden çok şey katabiliyor.

Anders Danielsen Lie, Dünyanın En Kötü İnsanı, 2021.

Oslo Üçlemesi, her ne kadar Norveç gibi bizim için oldukça stabil bir hayatın dertlerini temsil ediyor gibi dursa da büyük şehrin kaotik atmosferinden herkesin kendinden izler bulacağı, ulusal sinemamızı son yıllarda adeta ele geçiren taşra hikâyelerinden çıkmak isteyenler için oldukça şehirli ve ufuk açıcı bir üçleme alternatifi sunuyor.

Rıza Oylum

1984 İstanbul doğumlu. İstanbul Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans, Trakya Üniversitesi’nde aynı alanda yüksek lisans eğitimi aldı. Varlık, Virgül, Agora, Cumhuriyet Kitap, Film Arası, Kitapçı ve Edebiyathaber.net gibi farklı mecralarda sinema ve edebiyat merkezli metinler yayımladı. Uzakdoğu Sineması, Rus Sineması, Alman Sineması, Ortadoğu Sineması, Dünya Yönetmenlerinden Sinema Dersleri, Doksanlar, Dünya Yazarlarından Yazarlık Dersleri, İran Sineması ve Film Gibi Geçti-Ediz Hun kitaplarını yazdı. Ulusal ve uluslararası festivallerde jüri, küratör ve yayın editörü görevlerinde bulundu. Türkiye’de ve yurtdışında ülke sinemaları üstüne konferanslar verip workshoplar yaptı. Halihazırda Üsküdar Üniversitesi’nde öğretim görevlisi, Gazete Duvar’da köşe yazarı ve Seyyah Kitap’ın genel yayın yönetmeni olan Oylum; Türkiye PEN Yazarlar Derneği, FIPRESCI (Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu) ve FEDERO (Avrupa ve Akdeniz Film Eleştirmenleri Federasyonu) Üyesidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Dünya Sinemaları

Arka Bahçede Yeşerenler: Latin Amerika’da Sinema

Bu coğrafyada sinema, halkın sesini duyurduğu platformdur. Olabildiğince toplumsal bir sinema olan Latin sineması, özellikle Küba Devrimi’nden sonra yoğunlaşan gerilla hareketleri ile kendini var etmeye çalıştı. Nikaragua’da Sandinistalar, Meksika’da Zapatistalar, Peru’da Aydınlık Yol gibi hareketlerin toplumsal hayattaki yerleri Latin Amerika sinemasını doğrudan etkiledi. Bolivya’da türlü oyunlarla devlet başkanı Morales yönetimden el çektirilince, haritada yerini göstermekte […]

Devamını Oku
Dünya Sinemaları

Yaxşı Filmler Diyarı: Azerbaycan Sineması Çıtayı Yükseltiyor 

Hilal Baydarov’un yönettiği “In Between Dying” filmi, Venedik Film Festivali’nde ana yarışmaya seçildi. Hem Hilal Baydarov’un Venedik başarısı hem de 2 Ağustos Azerbaycan Kino (Sinema) Günü vesilesiyle 2 bölüme sığdırmaya çalışacağım 2000 sonrası Azerbaycan sinemasından dem vurmak istiyorum.  77. Venedik Film Festivali’nde ana yarışmada Altın Aslan için yarışacak filmler açıklandığında tarihi bir an yaşandı. İlk […]

Devamını Oku
Dünya Sinemaları

Umudun Görselliği: Küba’da Sinema 

Virüsün her yere yayıldığı dönemde zengin insanların çıktıkları gemi seyahatinde virüse yakalanmalarından sonra hiçbir ülkenin onları kabul etmeyip ortada kalmalarının ardından Küba, bu insan grubunu limanına konuk edip sağlıklarına kavuşturmak için çalışmaya başladı. Bu hafta, dünyaya unutturulmaya çalışılan bir sağlık yaklaşımını hatırlatan Küba’nın sinemasından bahsetmek istiyorum. Yazıda; yoksul, güler yüzlü ve eğlenmeyi bilen insanlarının sinemayla […]

Devamını Oku