8.’si yapılan Duhok Uluslararası Film Festivali, Kürt sinemasının artık var olup olmadığı tartışmalarını sonlandıracak kadar kurumsallaşmış halde yoluna devam ediyor.
15-22 Kasım 2021 arasında 8’incisi yapılan Duhok Uluslararası Film Festivali’ni takip etmek için Duhok’taydım. Festival bana Kürt sinemasının geldiği noktayı görmek ve gideceği yönü tahmin etmek için benzersiz bir saha bir deneyimi sundu.
AÇILIŞ FİLMİ ‘THE EXAM’: ŞEHİRLEŞEN KÜRT SİNEMASI
Şevket Amin Korki’nin “The Exam” filmi Süleymaniye’de geçiyor. Film üniversite sınavlarında başarılı olamazsa görücü usulüyle evlenmek zorunda olan Rojin ve ablası Shilan’ın hayatına odaklanıyor. Shilan kardeşinin kendisi gibi erken yaşta evlenmeyip eğitimine devam etmesi için mücadele verirken, çareyi okul sınavlarında bluetooth kulaklık ile kopya çekilen organize bir şebekeye dahil olmakta bulur. “The Exam” Kürt sinemasının kırsaldan şehre olan dönüşümünün en bariz göstergesi sayılabilir. Köy hayatı, sınır ticareti gibi klişe konular arasında kısır döngüye giren Kürt sineması için “The Exam” önemli bir yenilik içeriyor. Şehir hayatı içinde varlığını sürdüren Kürtlerin yaşadıkları yeni sorunlara odaklanan film, içeriğindeki ahlaki ikilemiyle İran sinemasını hatırlatıyor.
UZUN METRAJ YARIŞMA FİLMLERİ: PARÇALI YAPININ SİNEMASAL ZENGİNLİĞİ
Uzun metraj, kısa metraj ve belgesel dalında Kürtçe filmlerin yarıştığı festivalde aynı kategorilerde uluslararası yarışmalar da var. Uzun Metraj yarışmasında Ferit Karahan’ın “Okul Tıraşı”, Ala Hoshyan ve Reza Alaei’nin “Dirty Lands”, Tooraj Aslani’nin “Landless”, Reber Dostky’nin “Sıdık and The Panter”, Mehmet Ali Konar’ın “Zîn ve Ali’nin Hikâyesi”, Batin Ghobadi’nin “The Little Refugee” ve Arsalan Amiri’nin “Zavala” filmleri yer almıştı. Yarışan 7 filmin 3’ü Türkiye’den 1’i Suriye’den, 2’si Irak Kürt Bölgesi’nden 1’i de İran’dandı. İran’dan bir film yarışmaya katılıyor gibi görünse de aslında yarışan 7 filmin 4’ünün yönetmeni İranlı. İran hem estetik olarak hem de insan sayısı olarak Kürt sinemasının en önemli ayağını oluşturuyor. Uzun metraj bölümünde ödüllerin olabildiğince dengeli dağıldığını söyleyebiliriz. Türkiye’den katılan Mehmet Ali Konar’ın “Zîn ve Ali’nin Hikâyesi” Fipresci Ödülü’nü alırken, Ferit Karahan “Okul Tıraşı” filmiyle En İyi Senaryo Ödülü’nü aldı. En İyi Yönetmen Ödülü “Zavala” filmiyle İranlı Arsalan Amiri’nin olurken Danimarka’da yaşayan Duhok doğumlu Reber Dostky’nin kurmacadan daha çok belgesele yakın olan “Sıdık and The Panter” filmi En İyi Film Ödülü’nün sahibi oldu.
İran sinemasının en önemli görüntü yönetmenlerinden biri sayılan Tooraj Aslani’nin az sayıdaki yönetmenlik deneyiminin yeni halkası olan “Landless”, telefonla çekilen bir sınırlar arası göç hikayesi. Bir tankerin içinde Suriye’den Türkiye’ye geçmeye çalışan bir çiftin yaşadıklarına odaklanan “Landless”, Ortadoğu’daki son yılların sorun yumaklarının neredeyse hepsini bir tankerin içine sıkıştırmaya çalışmış.
Festivalde yarışan başka bir film Arsalan Amiri’nin “Zalava” prömiyerini Venedik Uluslararası Film Festivali’nde yapmıştı. Venedik’te Film Eleştirmenleri Haftası Büyük Ödülü ve FIPRESCI Uluslararası Ödülü’nü kazanmıştı. İran usulü başarılı bir korku gerilim filmi olan “Zalava”, İran’ın bir Kürt köyünde şeytanın musallat olduğu köylülerin bir büyücüden medet ummalarının hikayesini resmediyor. Güçlü bir atmosfer yaratan film, sonu sorunlu olsa da adından söz ettirecek bir yapım.
Mehmet Ali Konar’ın yönettiği “Zîn ve Ali’nin Hikâyesi”, Adana Altın Koza Film Festivali’nde Siyad En İyi Film ve Yılmaz Güney İlk Film Ödülü’nün sahibi olmuştu. Filmde oğlu İstanbul’da bir polis takibinde öldürülen, Bingöl’ün köyünde yaşayan bir kadının bütün toplumsal ve politik baskılara rağmen oğlu için bir düğün halayı kurma mücadelesi resmediliyordu. Film, Kürt filmlerinde yaygın olmayan estetik bir yaklaşımla diyaloglardan ziyade görselliğin gücüne yaslanan ve bünyesinde taşıdığı politik ağırlığı bir bayrak savunuculuğuna dönüştürmeyen şiirsel öğelerle bezenmiş bir yapım. Festivalde, yine eleştirmen ödülü olan Fibresci Ödülü alan film, genel Kürt izleyicisi için henüz erken bir estetik merakı temsil ediyor. Filmin gösteriminde yönetmene gelen sorular gösteriyor ki filmdeki karakterlerin hepsinin Kürtçenin farklı bir diyalektiğini konuşuyor olmasının yarattığı imgesel anlatım, seyircilerin zihinlerinde oluşturdukları katı gerçekçilik duvarını aşamıyor.
Türkiye’den katılan ikinci film olan Ferit Karahan’ın “Okul Tıraşı” filmi, dünyanın farklı yerlerinde kazandığı çok sayıda ödülle bu yılın tartışmasız en ses getiren yerli filmi. Oscar yarışına Türkiye adına dahil edilseydi belki Türkiye’nin Oscar namına ulaşamadığı başarıya daha fazla yaklaşabilirdi. Festivalde En İyi Senaryo Ödülü’yle dönen film, En İyi Film Ödülü’nden mahrum kalmasında dilinin Türkçe olmasının da payı olduğunu söylemek mümkün. Kürt filmlerine odaklanan bir festivalde sadece okuldaki yatılı okuyan çocukların kendi aralarında Kürtçe konuşuyor olmaları festivale seçilmek için yeterli görülse de ödül vermek için yeterli görülmemiş olabilir.
Batin Ghobadi’nin “The Little Refugee”, yarışma filmleri arasındaki en zayıf filmdi. Bodrum’da Suriye göçmeni ailesiyle Yunanistan’a gitmeye çalışırken denizde boğulup sahile vuran Alan bebeğin dramatik hikayesi üstünden oluşturduğu senaryoyu filme çeken yönetmen, hem senaryonun dağınıklığı hem de yönetilemeyen oyunculuklarla özgünlükten uzak bir film ortaya koymuş. Kürt sinemasının 2000’deki çıkışını müjdeleyen Bahman Ghobadi’nin kardeşi olan Batin Ghobadi’nin uzun metraj film için henüz hazır olmadığını söyleyebiliriz.
En İyi Film Ödülü’nü alan Reber Dostky’nin “Sıdık and The Panter” filmi eşsiz doğa görüntüleriyle seyirciyi kendine çağıran orijinal bir hikaye. 25 yıldır Pers leoparını arayan Sıdık’ın umuttan inada dönen hikayesi, kurmaca filmden ziyade belgesel bir filmin sınırlarında gezinirken rakiplerinin yanında En İyi Film Ödülü’nü alması benim için sürpriz oldu. Belgesel bölümünde yarışması daha uygun olabilirdi.
BELGESEL YARIŞMASINDA AĞIRLIK TÜRKİYE’DE, ÖDÜL İRAN’A
Belgesel Film Yarışması’nda Türkiye’den katılan yönetmenlerin fazlalığı dikkat çekiciydi.
6 filmin yarıştığı bölümde 4 filmin yönetmeni Türkiye’den yarışmaya dahil olmuşlardı.
Özlem Diler ve Celil Badikanlı’nın yönettikleri “Casîme Celîl: Bir Kürt Entelektüelin Yaşamı”, Kars doğumlu Kürt müziği ve edebiyatı araştırmacısı, Erivan Radyosu’nda 40 yıl Kürtçe yayının sorumluluğunu üstlenen Celîle Celîl’in farklı ülkelerdeki yaşamına ışık tutuyordu.
Elif Yiğit’in “Heskîf” belgeseli ise Hasankeyf’in sular altında kalmasının bölgede yaşayan insanlar üzerinde yarattığı tahribatı resmediyor. Gül Ertunan Karaaslan ve Sedat Kıran’ın “Abur” isimli belgeselleri Şanlıurfa’nın Siverek ilçesi Karacadağ bölgesinde yaşayan göçerlerin zorlu yaşamlarına odaklanıyor. Sinan Yıldız’ın “Sipano” belgeseli Süphan dağının eteklerinde yaşayan Burhan Cango’nun çalışmak için İstanbul’a göç ettikten sonra tekrar kırsal hayatta dönüp zorlu çalışma koşullarında tutunma çabasını resmediyor. En İyi Belgesel Ödülü ise İranlı yönetmen Rahim Zabihi’nin “Holy Bread” belgeselinin oldu. Kürt sinemasının en klasik konusu olan sınır kaçakçılığını resmeden yönetmen rakiplerine göre oldukça profesyonel bir sinema çizgisi tutturmuştu.
KISA FİLMDE ÖDÜL İRAN’A
Kısa Film Yarışması’nda yarışan 12 filmin 5’inin yönetmeni İran’dan gelen Kürt yönetmenlerdi. İran’da yaygın olan kısa film kültürü festivallerde belirgin bir İran ağırlığını pek çok yerde olduğu gibi burada da gösteriyor. Türkiye’den Kasım Ördek “Yağmur Olup Şehre Düşüyorum” ile Muhammed Seyid Yıldız “Fingerprint” filmiyle yer aldı. Türkiye’den ailesiyle küçük yaşta Almanya’ya göç eden Cengiz Akaygün’ün “Aysha” filmi de yarışmada Almanya adına yarışıyordu. En İyi Kısa Film Ödülü’nü ise “Seven Symphonies of the Zagros” filmiyle İranlı yönetmen Perwiz Rostemi kazandı.
KÜRT FİLMLERİNİN ARANAN OYUNCUSU SUAT USTA
Günümüz Kürt sinemasının en bilinen erkek oyuncusu Suat Usta, yarışan 7 uzun metraj filmin ikisinde doğrudan oyuncu olarak yer alırken birinde de filmin içindeki televizyon yayınında karşımıza çıktı. Yedi filmin üçünde gördüğümüz oyuncu kısa ve uzun metraj 10’a yakın Kürtçe filmde seyirci karşısına çıkmış. Umarım Kürt sinemasının bu genç jönü daha önceki bilindik Kürt oyuncular gibi ekonomik kaygılarla Türkiye’deki TV dizilerinin yan rollerinde harcanacak bir kariyere maruz bırakılmaz.
GARDİYAN CAFER’LE DUHOK’TA KARŞILAŞMAK
Duhok Film Festivali’nden bana kalan unutulmaz bir anıysa Yılmaz Güney’in “Duvar” filmindeki zalim gardiyan Cafer karakteriyle tanıdığım Ahmet Zîrek’le tanışmam oldu. Zîrek filmden sonra Türkiye vatandaşlığından çıkarıldığı için Türkiye’ye gelemiyor. İltica ettiği Fransa’ya vatandaşlık başvurusu yerine BM’ye başvurup vatansız statüsü almış. Yaşamını BM pasaportuyla vatansız olarak sürdürüyor. Zilek’le “Duvar” filmi özelinde yaptığım röportajı daha sonra yayımlayacağım.
ŞEHİRLEŞEN KÜRT SİNEMASI
8.’si yapılan Duhok Uluslararası Film Festivali, Kürt sinemasının artık var olup olmadığı tartışmalarını sonlandıracak kadar kurumsallaşmış halde yoluna devam ediyor. Kürtlerin şehirleşme deneyimleri arttıkça karşımıza çıkan filmlerin de şehir kültürünün handikaplarıyla cebelleşen karakterlere odaklanan yapımlar olacakları görülüyor. Bu çetrefil yolda şu sıra İran sineması iyi bir kılavuz görevi görse de ilerleyen süreçte Kürt sinemasının özgünleşmesinde de en büyük sorunu bu yol arkadaşlığında aramak gerekecek.