9. Boğaziçi Film Festivali’nde yarışan filmlerin sunduğu zengin hikâye çeşitliliği içinde benzer noktalar da var. En önemli benzerlik, yoksul çocukların temsili. “Pota”da gecekondu mahallesinin yakınındaki sitede basketbol sahasına giremeyen çocukların pota yapma maceraları resmedilirken “Sabırsızlık Zamanı”nda sitenin havuzu için siteye girmeye çalışan ikiz çocukların çırpınışlarını izliyoruz. “Okul Tıraşı”nda ise yatılı okulda okuyan çocukların yaşamlarına gerçekçi bir bakışın izini sürüyoruz.
23 Ekim 2021’de başlayan 9. Boğaziçi Film Festivali’nin sonuna gelindi. Atlas ve Kadıköy sinemalarında düzenlenen gösterimlerde 10 yeni ulusal film ilk defa İstanbul’da gösterilmiş oldu. Emre Kayiş’ın “Anadolu Leoparı”, Selman Nacar’ın “İki Şafak Arasında”, Erkan Tahhuşoğlu’nun “Koridor”, Ferit Karahan’ın “Okul Tıraşı”, Ahmet Toklu’nun “Pota”, Aydın Orak’ın “Sabırsızlık Zamanı”, Sinan Sertel’in “İçimdeki Kahraman” ve Semih Kaplanoğlu’nun “Bağlılık Hasan” filmlerini festival vesilesiyle izleme imkânımız oldu. “Pota” ve “Sabırsızlık Zamanı”, Türkiye’de ilk defa gösterilirken diğer filmler de İstanbul’da ilk defa seyirci karşısına çıktılar.
Kadın yönetmenlerin son yıllarda sürdürdüğü çıkışı, bu yıl Boğaziçi Film Festivali’nin seçkisine yansımamış. 10 ulusal filmin hepsinin yönetmeni erkek. Kadınların kendi hikâyelerini anlattığı filmler daha fazla imkân bulmalı.
YARIŞAN FİLMLERİN DÖRDÜ İLK FİLM
Festivaldeki on filmin dördü, yönetmenlerin ilk filmlerinden oluşuyor. Emre Kayiş’in bir hayvanat bahçesi müdürünün, kurumun kapanmasını önlemek için verdiği mücadeleyi anlatan 46. Toronto Uluslararası Film Festivali’nde ilk gösterimini yapıp FIPRESCI Ödülü alan “Anadolu Leoparı”, Selman Nacar’ın, geçirdiği iş kazasının ardından vicdani bir hesaplaşmaya giden bir adamın hikâyesini konu alan ve dünya prömiyerini 69. San Sebastian Uluslararası Film Festivali’nde yapan filmi “İki Şafak Arasında”, Ahmet Toklu’nun, dünya prömiyerini 51. Giffoni Film Festivali’nde yapan filmi “Pota” ve Aydın Orak’ın dünya prömiyerini 37. Varşova Film Festivali‘nde yapan “Sabırsızlık Zamanı”, yönetmenlerin ilk filmleri.
YOKSUL ÇOCUKLAR BAŞROLDE
Yarışan filmlerin sunduğu zengin hikâye çeşitliliği içinde benzer noktalar da var. En önemli benzerlik, yoksul çocukların temsili. Ahmet Toklu’nun 90’larda geçen hikâyesinde, gecekondu mahallesinin yakınında bulunan sitedeki basketbol sahasına giremeyen yoksul çocukların mahallelerine pota yapma maceraları resmedilirken, Aydın Orak’ın “Sabırsızlık Zamanı” filminde bu kez sitenin havuzu için siteye girmeye çalışan yoksul bir ailenin ikiz çocuklarının çırpınışlarını izliyoruz. Ferit Karahan’ın “Okul Tıraşı” filminde ise yatılı okulda okuyan çocukların yaşamlarına gerçekçi ve sarsıcı bir bakışın izini sürüyoruz.
Ahmet Toklu, ilk filmi “Pota”da bir doksanlar panoraması çıkarmaya çalışırken; farklı kültürleri, inançları, sınıfları bir potada eritme metaforunu da es geçmiyor. Bir basketbol takımı oluşturmaya çalışan yoksul çocukların peşine takıldığımızda çocuklardan biri olan Rıza’nın evindeki duvarda asılı duran Hz. Ali tablosu kameranın karşısında beliriyor. Bu yoksul takımın en uzunu ve en suskunuysa, Güneydoğu’dan gelen yaşı geçkin bir Kürt çocuğudur. Başroldeki karakterin ilgi duyduğu kız ise daha zengin bir imaj çizer. Festival filminden ziyade genel kitleye yönelik bir sinema anlayışına yaslanan film, buna rağmen İspanya, İtalya ve Estonya gibi farklı ülkelerdeki festivallerde kendine yer bulup ödüller alabildi.
Aydın Orak’ın “Sabırsızlık Zamanı”nda ise bu kez yoksul çocukların hedefi bir havuza dönüşüyor. Diyarbakır’ın katlanılması zor sıcağında çocuklar havuzlu bir siteye girip sitenin nimetlerinden faydalanmanın türlü yollarını ararlar. Ulusal sinemamızda oldukça istisna bir durum olan ikiz oyuncular, filmin en orijinal taraflarından biri. Amatör çocuk oyuncuların kendi sınıfsal aidiyetlerine uygun karakterleri canlandırdığı filmde, Aydın Orak’ın da anlatım dili olarak genel kitleyi hedeflediği söylenebilir.
Ferit Karahan’ın “Okul Tıraşı” filminde ise yoksul çocuklar adeta bir bütün halinde en çok olabilecekleri yer olan Güneydoğu’da yatılı bir devlet okulunda resmediliyorlar. Karlar altında mahsur kalınmış okulda Yusuf’un baygın halde uyanamayan oda arkadaşının iyileşmesi için bütün okul bürokrasisini silsileli bir şekilde haberdar etmesiyle gelişen olaylar bütününün fotoğrafını yansıtan filmde; vicdan, sorumluluk ve sorumsuzluk aynı kareye giriyor. “Okul Tıraşı”nda hem oyunculuklar hem sinematografi hem de senaryo matematiği övgüyü hak ediyor. Takip kameranın yarattığı gerçekçi ortam bana Nazi toplama kampında ölülerin yakılmasında görevli bir Yahudi tutsağın gerginliğini anlatan László Nemes’in yönettiği “Saul’un Oğlu” filmini hatırlattı.
Bu yazıyı yazarken ödüller henüz açıklanmamıştı. Ancak farklı estetik düzeylerde de olsa ulusal sinemamız adına yoksulluğun temsillerinin artması övgüye değer bir durum. Uzun süre sinemamızı esir almış olan orta sınıfın Fransız sineması duyarlılığıyla anlatıldığı yapımlardan sıyrılıp yaşamın sınıfsal zorluklarını kadrajına alan filmlerin sayısının artması gerekiyor. Yoksulluğun çıkmazında intihar edenlerin sayısı artarken bunu istemek hakkımız.