Kira Kovalenko’nun “Yumrukları Gevşetmek” filmi dijital sinema platformu Mubi’nin arşivine eklendi. 2021’de Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış Bölümü En İyi Film Ödülü’nü alan film, Rusya’yı da Oscar yarışında temsil etti.
Yönetmen Kira Kovalenko, Çerkes kökenli yönetmen Aleksandr Sokurov’un 2010 sonrasında Rusya’ya bağlı Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’ndeki üniversitede açtığı yönetmenlik kursuyla sinemaya başlayan yönetmenlerden biri. Bu eğitimle yönetmenliğe adım atan diğer Çerkes yönetmenler Kantemir Balagov ve Vladimir Bitokov gibi Kira Kovalenko da son yıllarda Rus sinemasına taze kan getiren Kafkas dinamizmini temsil ediyor. Bu yönetmenler, bölgedeki insan hikâyelerini oldukça çarpıcı ve gerçekçi bir tablo içinde evrensel sinema izleyicisinin karşısına çıkarıyorlar.
ALEKSANDR SOKUROV ÇERKES ULUSAL SİNEMASINI BAŞLATIYOR
Aleksandr Sokurov’un 2015’teki öğrencilerini mezun ederken yaptığı konuşmada yeni bir ulusal sinemayı müjdeliyordu:
“Kursumuz mezuniyet yılına girdi. Öğrencilerim çok zorlu bir çalışma dönemini geride bıraktı. Bugünü iyi hatırlayın. Bugün ulusal sinemanın doğuşuna şahitlik ettik. Kabardey-Balkar için bu bir ilk, bir dönüm noktası.”
Mezun olan yönetmenler özgün hikâyelerle hem Rus sinemasını zenginleştirmeye başladı hem de Kafkas coğrafyasından hareket eden yerel ama evrensel temalara yaslanan bir sinema dilinin başarılı örnekleriyle dünyanın farklı yerlerinden ilgi gördüler.
“Yumrukları Gevşetmek” Kira Kovalenko’nun ikinci uzun metraj filmi. İlk uzun metraj filmi 2016 yapımı “Sofichka”’ydı. Film, Abhaz yazar Fazıl İskender’in romanından uyarlanmıştı. 1930’ların Gürcistan’ında bir Abhaz köyünde başlayan hikâye; aşkı, ölümü, yalnızlığı ve kırsalın olanca kuşatıcılığını resmediyordu. Abhazca çekilen film, Sokurov’un canlandırmaya çalıştığı Kafkas sinemasının özelliklerini resmediyordu. Üstelik Kira Kovalenko kadın yönetmen olmanın farkındalığıyla kadın odaklı bir hikâye üzerinden filmini inşa etmişti. “Sofichka”; renk kullanımı, detaycılığı ve sanat yönetimiyle adından söz ettirecek bir çalışma olmuştu. Az sayıdaki Abhaz dilinde çekilen uzun metraj filmlerden biri olarak bölgenin önemli bir görsel çalışmasıydı.
Yönetmen ikinci uzun metraj filminde tarihi değil güncel bir hikâyeye odaklanmış. Üstelik ilk filme göre oldukça sert bir tablo içinde kadının kıstırılmışlığını, aile adı altında nasıl usulca yok edildiğini resmeden bir tablo koymuş ortaya. Filmde; Kuzey Osetya’daki eski bir madencilik kasabası olan Mizura’da kendisini aşırı korumacı babası ve ona oldukça bağımlı erkek kardeşiyle yaşayan Ada’nın hikâyesini izliyoruz.
Ada sürekli kendisiyle uyumak isteyen, onu yalnız bırakmayan, evdeki anne yoksunluğunu Ada’nın üstüne yıkan ergen bir kardeş ve hastalıklarının bahanesiyle Ada’nın bireysel yaşam alanının oluşmasına izin vermeyen, onu koruma rolüyle adeta hapseden bir baba figürünün arasında nefessiz kalmış gri bir tablonun içinde var olmaya çalışır. Ağabeyi Akim yakındaki bir Rus şehrinde çalışmaya gitmiş daha doğru bir ifadeyle bu boğucu atmosferden kaçmıştır. Bir gün geri geldiğinde Ada sürekli yollarda gelmesini beklediği ağabeyi sayesinde bir kurtuluş yolu arayacaktır. Ada’nın başka bir alternatifi ise sürekli fiziksel müdahalelerle onunla ısrarla görüşmek isteyen sevgisini göstermenin olanca deneyimsizliğiyle Ada’nın çevresinde adeta debelenen bir sevgili adayıdır. Ada bu boğucu erkek dünyasında ne istediğini, kendini keşfetmeyi, var olmayı o denli unutmuş halde bazen sadece nefes alabildiği bir yaşamın içinde kurtuluş yolu ararken, yönetmen coğrafyanın sert ikliminin insanlar üzerinde de ne denli etkili olduğunu küçük ama önemli metaforlar ve ayrıntılarla karşımıza çıkarır.
Ada, Kuzey Osetya’nın toplumsal travmasına neden olan Çeçen ayrılıkçılar tarafından Beslan okulunun basılıp bin civarı kişinin rehin alınması ve Rusya güvenlik güçlerinin olaya müdahale etmesiyle 300’den fazla insanın öldüğü katliamda vücudunda kalıcı hasarlar almış haldedir. Hem psikolojik, hem aile baskınlığı altında ezilen Ada, bütün bu kaotik atmosferden çıkabilip yeni bir dünya kurabilecek mi? Yönetmen filmde bunu cevabını ararken cevap veren bir sinemadan ziyade sorular soran bir yaklaşım benimsiyor. Bölgedeki tükenmişlik halini belgesele yakın bir üslupla sunuyor.
“Yumrukları Gevşetmek” içerden bir bakışla, sert rüzgarların Elbruz Dağları’ndan şehirlerin üstüne inip insanların yüzüne vurduğu soğuk bir coğrafyada aynı sertlikte yaşanan insan ilişkilerini duyarlı ve incelikli genç bir kadın yönetmenin titiz işçiliğiyle izlemek isteyenler için oldukça nitelikli bir örnek oluşturuyor.