Son 10 yılın en ses getiren aksiyon serisi olan “John Wick”in 4’üncü bölümü, 22 Mart’ta vizyona girdi. 3’üncü bölümde High Table örgütüne olan bağlılığı sona ererek güvenlik koruması kaldırılan John Wick, bu bölümde özgürlüğünü elde etmeye çalışıyor. Film, 100 milyon dolara dayanan bütçesiyle bonkör bir dünya şehirleri seyri sunuyor. Bu filmde John Wick’in yakalanması için üstüne konan değerse ikinci filmin bütçesine eş: 40 milyon dolar!
Serinin En Uzun Filmi
Değişen ve değişmeyen yönleriyle John Wick serisinin en yoğun aksiyon barındıran filmi olan 4’üncü bölüm, serinin en uzun süreli filmi. Her film bir öncekinden daha uzun hale gelerek son filmin uzunluğu 3 saate yaklaştı, 2 saat 50 dakika sürüyor. İlk film, standart ticari sinema örneği süresi kabul edilebilen 1 saat 40 dakikaydı. 2 ve 3’te 2 saati biraz geçen John Wick, bu son filmde sınırları zorluyor ama bünyesinde barındırdığı aksiyon düzeyiyle izleyicinin gözünü kırpmasına bile izin vermeyecek kadar yoğun. İlk kurgusu 225 dakika olan film, özellikle düşman karakterlerin hikâyelerinden feragat edilerek 170 dakikaya kadar kısaltılabilmiş.
Rotten Tomatoes Ve Metacritic’e Göre Serinin En Beğenilen Filmi
Filmin genel izleyici kitlesinden ve eleştirmenlerden serinin en iyi yorumları alan filmi olduğunu söyleyebiliriz. Film yorumlarının yer aldığı Rotten Tomatoes’ta 120 eleştirmenin incelemesinin yüzde 94’ü olumlu ve ortalama puanı 8,2/10. Biraz daha eleştirmen ağırlıklı olan Metacritic sitesinde ise filme 36 eleştirmen 100 üzerinden 78 puan vermiş. Bu değerler serinin en yüksek değerleri.
Artik Derek Kolstad Yok
“John Wick” serisinin benzerlerinden ayıran stilize dünyasını kuran senarist Derek Kolstad’ın serinin büyük ses getirmesindeki görünmeyen el olduğunu söyleyebiliriz. Derek Kolstad, 4’üncü filmde yer almıyor. Bu yüzden küçük detaylar, incelikler bu filmde yok. Son film, incelikli detaylar yerine farklı şehirlerde geniş açıda devam eden bir renk cümbüşü vaat ediyor.
Daha önceki 3 filmi de yöneten Chad Stahelski ise yine yönetmen koltuğunda oturarak bu aksiyonlu dünyanın taçsız kralı sayılmalı. Ticari serilerde yapımcılar çoğunlukla farklı yönetmenlerle devam edebiliyorlar. Bu yüzden bu tarz filmlerde bir yönetmen sineması anlayışı oluşmuyor. Marvel tarzı filmlerin yönetmenlerini kimse bilmez, sadece stüdyo ağırlıklı yapımlardır. Bu serinin stilistik bütünlüğü biraz da oyuncu, yönetmen ve senarist üçlüsünün ortaklığıyla oluştu. Keanu Reeves serinin 4’üncü filminde de üstün bir performans göstererek oldukça yoğun aksiyon sahnelerinden yaşından beklenmeyecek bir kıvraklıkla karşımıza çıkıyor.
‘John Wick 4’: Paris’in Kazandiği Bir Şehirler Savaşi
Seri bu kez New York sınırlarının dışına taşıyor. Fas çöllerinde at sırtında devam eden eski zaman kovalamasıyla başlayan film, yolculuğunda Japonya’ya uzanıp Berlin’e selam verdikten sonra Paris’e biat ederek devam ediyor. Paris’te adeta bir şehir rehberi görevi görürken 2 katlı üstü açık turist otobüslerini hatırlatırcasına Eyfel Kulesi, Şanzelize Caddesi’nin bitimindeki Zafer Takı, Ressamlar Tepesi’ndeki Beyaz Kilise, kiliseye giden meşhur merdivenler yokuşu ve Moulin Rouge (Kırmızı Değirmen) filmde bütün ihtişamıyla karşımıza çıkıyor. Film, Beyaz Kilise önündeki şehir manzarasına güzelleme yapmayı da es geçmeyerek Paris Belediyesi’nden aldığı yüklü fonun hakkını veriyor.
Farkli Kültürlere Göndermeler
John Wick, bu kez Amerika dışına taşıyor demiştim, bu sadece farklı şehirleri kapsayan bir yolculuk değil aynı zamanda farklı kültürler ve milletler de bu yolculukta renklerini vermişler. Fas’ta olabildiğince oryantalist bir bakışla kısa bir çölde safari kültürü gösteriliyorken, John Wick saklanmak için Osaka’ya uzandığında bu kez Japon sinemasının meşhur gözleri görmeyen kahramanı Zatoichi’yi hatırlatırcasına eski dostu, yeni rakibinin de gözleri görmez. Başka bir Japon dostunun yanında saklandığında, Japon geleneklerine yaslanan bir dostunu koruma refleksi karşımıza çıkar. Bu tabii ki eski kuşaklara ait bir aidiyettir, yeni kuşaklar bu vefayı anlamayacaklardır. Japonların kuşak farkıyla bu aidiyetlerinin yok olması da filmde es geçilmez.
John Wick’in artık bir klana ait olmamasına çözüm ararken eski klanı Rus aileyle ilişki kurarak Rus Ortodoks kültürüyle izleyicinin ufak bir teşrik-i mesaisi olur. Düşman kontenjanından karşımıza çıkan başka bir suikastçı Berlinli Killa Harkan’sa bence Türkiye göndermesi taşıyor; ismi, esmerliği, fincandan Türk kahvesi içmesi ve Rus lideri öldürmüş olmasıyla…
Şiddetin Pornosu
Amerikan aksiyon sinemasında şiddet, izleyicinin bütün iştahını kabartacak şekilde sunulur. Yüzde 70’e yakını obez olan ABD’liler hantal vücutlarını yerinden oynatmadan hamburger, patlamış mısır ve kolanın gerçekliğinde, pornografiye varan bir fütursuzlukla şiddetin boca edildiği bir sinemaya alıştırılmış haldeler. “John Wick” de bu sınırların çerçevesini kırmıyor ama bunu olabildiğince estetize etmeye çalışıyor. Renklerin, müziklerin ve mekânların yaratımındaki sanat yönetimi başarısı adeta cazip bir günah vaat ediyor. Ancak en temel noktada bütün Hollywood sinemasıyla aynı yere yaslanıyor. Şiddeti maruz kalan tarafından değil uygulayan tarafından gösteriyor. Bize o tekmelerin, yumrukların, bıçakların, kurşunların acısını hissettirmiyor; kamerasıyla, tekmeleyenden yumruklayana, kurşunları hoyratça namluya sürenden sinsice bıçaklayana kadar şiddeti uygulayan tarafla özdeşleştirerek izleyiciyi deşarj ediyor. İzleyici ergen bir iştahla atari salonunda önüne geleni öldürerek bölümler arasında hızlıca ilerliyor. Jetonumuzsa sınırsız, sinema salonundan çıkana kadar ölmeyeceğimizi biliyoruz.
“John Wick 4” serinin en aksiyonlu filmi. Aksiyonla estetiği buluşturan bir anlayışla, farklı şehirlerde, özellikle Paris’te devam eden film, durmaksızın yoğun bir şiddet sunarken, maruz kalanla değil uygulayanla özdeşleştiren bir anlayışla klasik Hollywood üslubunun dışına çıkamazken stilize dokunuşlarıyla bu çemberin sınırlarını oldukça zorluyor.